Yeme beni !
18 Mart 2024, Pazartesi 17:20Bu defa da ben deplasmandayım. Ama bu komşum Salih'le benim aramızda yaptığımız tavla turnuvalarının deplasmanı. Daha Mart ortası ama baharın müjdecisi bu günlerde akşam iftardan sonra Salih'lerin balkonunda oynuyoruz tavlamızı. Her hafta bir onların evinde bir de bizim evimizde olmak üzere iki defa tavla oynuyoruz. Yani bir ben deplasmana gidiyorum bir de o. Genelde biz oynarken bizi seyreden olmuyor, yani kendi saha avantajımız da yok. Deplasmanda ya da kendi sahamızda terimlerini tavlada keyif için kullanıyoruz, bu da malum futbol hastası Türk toplumunun fertleri olmamızdan dolayı ve futbolla yatıp futbolla kalktığımız için oradaki terimleri başka oyunlarda da kullanıyoruz. Gerçi basketbol, voleybol, hantbol ve başka çeşitli spor dallarında da deplasmanda ve kendi sahasında maçlardan bahsederiz ama bunları tavlada kullanmak Salih ile benim kendi aramızdaki, yani bu yıllardır aramızda sürdürdüğümüz tavla oyunlarımızdan aldığımız zevk ve heyecanın bir parçası olarak konuşmalarımıza katdığımız terimler oldular. Onun evindeki yani benim için deplasmandaki bu son oyunu ben 6:4 kazandım. Çekìşmeli, yani 4:4 giderken mars yaptım ve 6:4 kazandım. Tavlayı kapatıp Salih'in koltuk altına verdim. Hani yenen taraf yenilene al bu işi öğren şeklinde böyle havasını atar ya. Salih de bunun uzerine bana " tebrik ederim abi, ustalığını gösterdin" dedi. Aslında Salih genelde benden iyi oynar ve beni sıkça yener ama işte yine kibarlığını gösterdi bana usta diyerek. Ben de ona "yeme beni Salih"
dedim ve ekledim, "ikimizde biliyoruz ki asıl usta sensin, beni kaç defa hem de üç marsla yendin şimdiye kadar, hakikaten yeme beni" dedim. Böyle "yeme beni" demek, Salih'e „bana nezaket göstermeğe çalışma, asıl usta sensin" demek oluyor. Biz tavla oynarken eşlerimiz de bir araya gelir, bizi seyretmezler ama kendi aralarında sohbet ederler. Bize de oyun aralarında tavşan kanı çaylar, pastalar börekler falan ikram ederler Hatta bu defa bizlere göre çok genç olan diğer bir komşumuz Nurten hanım da eşlerimize katılmıştı. Kendi ve eşì Boşnak, gelirken de bir tabak sıcak sıcak kol böğreği getirmìş sağolsun, akşam iftarda veya daha sonra çayın yanında yeriz diye. Tabii Salih ve ben de bu böğrekten kısmetimizi aldık, çok lezzetliydi. Nurten hanım yanında üç yaşındaki oğlu Metin'i de getirmişti ve Metin bizim tavla oynamamızı seyrediyordu. Ben Salih'e "yeme beni" deyince Metin'in ağlamaklı ve korkmuş bir suratla annesine koşup " Salih amca Haluk amcayı mı yiyecekti?" sorusunu sorduğunu duydum. Nurten hanım bu "yeme beni" lafının anlamını anlatmakta çok zorlandı, hatta bence Metin bunu anlamadı, çünkü endişeli ve korkmuş yüz ifadesi uzun süre geçmemişti.
Tavla demişken biraz daha konuya gireyim:
- Hadi oğlum düşeeeş, hahahaha.
+ Oğlum varya sendeki şans eşşekte yok!!!
- Hahaha biliyorum
+ Salih senin gömleğinin koltuk altı mı delinmiş?
- Abi , hani nerede lan?
+ Hahaha Salih al bakayım şu tavlayı koltuğunun altına !
Tavlayı koltuğunun altına almak okula giderken kitapları koltuk altına sıkıştırmaktan dolayı ortaya çıkmış olması muhtemel muhabbettir diye duymuştum. Hatta eskiler yenince " hadi bakiim mektebe" gibisinde kafa bulurlar sizinle. Yani tavlada kaybeden kişiyi daha da kızdırmak amaçlı yapılan hareketdir, zaten kaybettiği için sinir olmuştur o kişi, böylece bir kat daha sinir olur. Başka bir deyimle, tavla oyunu sonunda kazananın kaybedeni iyice ezmek için yaptığı bir eylemdir bu. Zaten tavla garip bir oyun, aslında olasılık hesapları ile oynanması gerekiyormuş gibi gözükmesine rağmen, çoğunlukla adeta bir psikolojik savaş tadında oynanır. Oyuncular durmadan konuşarak karşı tarafin oyununu manipule etmeye çalışırlar. Tavlayı rakibinin koltuğunun altına sıkıştırmak da bu psikolojik savaşın orgazm noktasıdır ve taraflardan birinin kesin olarak üstünlüğünü ilan eder.
Tekrar „yeme beni“ lafına döneyim. „Yeme beni“ „hadi canım sende demenin argodaki halidir. Ya da „bırak bu ayakları, uyuyoruz dedikse ayakta uyuyoruz demedik“ manasında kullanılan nidadır.
Aslında üstteki açıklamalarım aklımın ucundan öyle birdenbire geçti ama, bir yandan da „yeme beni“ sözü çikolata reklamı izlenimi verdi resmen. Sanırım canım çikolata çekti. Hafızamın bir köşesinde farkında olmadan kayıt olmuş bir reklamda "yeme beni" diye isyan eden ama aslında iştah uyandırıp „sen yine de satın al beni“ diyen bir çikolata olabilir bu belki de. Çikolata reklamı düşüncesi bir fantazi, ama şu andaki yaşam şartlarını, yani gerçek hayatımızı anlatıyor sanki. Pazara sebze, meyva almaya gidiyorum ama son aylarda hatta yıllarda herşeyin fiyatı katlanmış durumda. Domatese bakıyorum, fiyatını görünce sanki domateslerin bana bakarak "yeme beni, paran nasıl yetecek?“ dediklerini duyuyor gibi oluyorum. Kabak, patlıcan, taze fasulye, dolmalık biber sanki hepsi aynı ağızdan hep birlikte "yeme bizi" diyorlar. Çok üzücü ama „cebindeki para ile pazar arabanı dolduramazsın, en iyisi yeme bizi“ diyorlar. Elma, üzüm, muz, portakal da aynı nakaratı söylüyorlar ,"yeme beni, yeme bizi". Süt, yoğurt, peynir de ağız birliği etmiş „yeme beni, yeme bizi“. Kasaba gidiyorum orası daha beter; pirzola, kuşbaşı et, ciğer, sucuk, kıyma, hatta tavuk eti daha çarpıcı bir şekilde ağız birliği etmiş "hiç yeme bizi, yani unut bizi“ diyorlar. Artık eskiden taşıyamayacağım kadar tepeleme dolan pazar arabam yarısına kadar bile dolmuyor. Tek teselli olarak, „neyse artık bu ağırlığı taşımıyorum zaten“ diyorum ama içim yanıyor, hele ki dar gelirli aileler ne yapsın diye içim içimi kemiriyor. Yani çoluk çocuk spora gitmeden, rejim yapmaya gerek kalmadan zayıflıyoruz! Tavla attıktan sonra Salih'e söylediğim "yeme beni" lafımdan nerelere geldim değilmi? Hayat şartlarının verdiği kasvet psikolojimi de bozmuş inanın. Ya yokmu bana tam aksini söyletecek, yani "ye beni" detirtecek birşey? Düşunüp düşünüp buluyorum, evet var. O ne mi? O Yonca Evcimik'in 18 Temmuz 1994 tarihinde çıkardığı albümündeki "Bandıra Bandıra" isimli çok tutulan şarkısı ve o şarkının " Bandıra bandıra ye beni" sözleri. O şarkı haftalarca 1 numara olurken Yonca Evcimik'in sesini Avrupa'da bile duyurmasına neden olmuştur.
Bandıra bandıra
Bandıra bandıra ye
Bandıra bandıra ye beni
Hiç doyamazsın tadıma
Bütün numaralar bende
Sen de var benim farkıma
Kalma sakın başka yerde
Ne işin var başka yerde
Bandıra bandıra ye beni
Hiç doyamazsın tadıma...
Tabii bu güzel sözler başka anlamda ama umarım çok aylar, yıllar geçmeden bize de artık domates kabak, patlıcan, taze fasulye, elma, üzüm, muz, portakal, süt, yoğurt, peynir, pirzola, kuşbaşı et, ciğer, sucuk, tavuk ve kıymanın
„Bandıra bandıra,
Tadına vara vara,
Oh be nihayet tabağına dolduran doldura,
Ye bizleri“
diyeceği günlere yine kavuşuruz inşallah. İnsanlar hayal kurdukça yaşar değil mi?
Ağzınızın tadı hiç bozulmasın, Datça'nın denizi, güneşi, tabiatı, tarihi zenginlikleri ve yerel ürünleri ile hem gözünüz, hem gönlünüz, hem de karnınız doysun. Hele ki bu Ramazan ayında sahurda ve iftarda ağız tadıyla yemek, ikisi arasında ise yemeyerek, içmeyerek oruç tutmak nasip olsun. Oruç tutanların orucu kabul olsun, çeşitli geçerli nedenlerle tutamayanlar da kısmetse seneye desin, ya da hangi nedenle oruç tutamadığına veya bozduğuna göre kazâ veya keffâret orucu tutsun. Biliyoruz ki oruç sadece yememek ve içmemek talimi değildir. Oruç bedensel ve ruhsal bir arınma süreci olarak görülür ve kişinin nefsiyle mücadele etmesine, sabrını geliştirmesine ve kötü alışkanlıklardan kaçınmasına yardımcı olur.
Bu fırsatla Ramazan ayınızı ve onu takip edecek Ramazan Bayramınızı şimdiden kutluyorum.
Okunma Sayısı: 508
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.