Fakirlik üzerine…
11 Ocak 2025, Cumartesi 03:55 İngiliz sosyolog Peter Townsend'in genel kabul görmüş tanımlamasına göre fakirlik "toplum içindeki fertler, aileler ve gruplar eğer yiyecek edinmede gerekli kaynaklardan yoksunsa, toplumsal faaliyetlerde yer alamıyorsa ve geleneksel ya da en azından bulundukları toplumun uygun gördüğü veya teşvik ettiği hayat şartları ve konforlarına sahip değillerse fakir sınıfına girerler. Onların kaynakları normal fert veya ailelerden o kadar aşağıdadır ki, gündelik hayat biçim, gelenek ve faaliyetlerinden dışlanırlar.” Bu tariften fakirlik tanımının yaşanan toplumun hayat standartları ile göreceli olduğunu söylemek mümkün olabilir belki ancak içinden bulunduğumuz Dünya da fakir her yerde fakirdir gibi gelişigüzel bir tanıma da pek itiraz eden olmaz gibi.
Sosyolojik tespitler ile felsefi bakışı harmanlayıp gerçek fakirlik ve göreceli fakirlik üzerine demagoji yapmak ise işin en kolayı olsa gerek. Örneğin "minimum hayat standardı" tespit edilirken temel ihtiyaçların neler olduğuna kim karar verir. Zira bazılarına göre temel ihtiyaçlar için sadece yiyecek, giyecek ve barınma yeterli görülürken bazıları da eğitim, ulaşım ve sağlığı da eklemektedir. Peki, can, mal, ırz, şeref haysiyet hürriyet ve mülkiyet temel ihtiyaç değil midir? Fakirlik onurlu yaşamaya engel midir, ya da fakirlik kader midir, aslında fakirlik bir sınav mıdır?
Halk türkülerinde; yoksulluğun insanı insana kul ettiğini, yapılan yardımın başa kakılmasının; hor, hakir görülmenin onur yaralayıcılığını anlatan sözlere bolca rastlarken, özellikle gündüz kuşağı program yapan ana akım medyanın yoksulları ve yoksulluğu görme ve gösterme biçimlerinin yoksul dünyasındaki “itilmiş, kakılmış olma” hislerini pekiştirici nitelikte olduğu izleyicilerin aklına âdete kazınır. İlk insanın tek derdi beslenme ve barınma iken günümüz insanının da sınırının bu olduğunu söylemek utanç vericidir. Fakirliği övmek ya da sınav, kader, şans saymak ise en basit haliyle yüzyıllardır iyi sonuçlar vermiş bir kapitalizm manipülasyonudur.
Dünyanın en gelişmiş en zengin ülkelerinde bile yoksulluğun sokaklara taştığı gerçeği ile yüzleşildiğinde, bunun bir yazgı değil de siyasi bir tercih olduğu şüphesi hep var olacaktır. Doğal kaynak zengini olmalarına rağmen (IMF'nin Nisan 2024 Dünya Ekonomik Görünümü raporundaki verilerine göre) dünyanın en yoksul 10 ülkesinden 9'unun Afrika kıtasında yer aldığı gerçeği de gösteriyor ki iyi yönetim fakirliği azaltır. Özellikle, doğal gaz ve petrol gelirlerini topladığı Varlık Fonu aracılığıyla vatandaşları arasında adaletli bölüştürerek imrenilecek bir sosyal devlet inşa eden Norveç örneği gösteriyor ki insan onuru siyasetin çok üstünde bir kavram olarak yer edinmiştir. Fakirlik hiç kimsenin bireysel tercihi olmadığı gibi, onlardan aldıkları yetki ile onları yönetenlerin de hiçbir zaman stratejik bir yöntemi olmamalıdır. Zenginler hep olacaktır hatta olmalıdır. Kişisel başarı, zekâ, girişimcilik, çalışma azmi vb. onlarca haklı gerekçeyle zenginleşebilir insanlar ancak aynı yetilere sahip insanların da en azından iyi bir yaşam standardına sahip olmasının yolları kapatılmamalıdır. Gerçek bir sosyal devlet anlayışı ve ilkeleri bağımsızlık ile birlikte mutlu insanlar yaratır.
Okunma Sayısı: 584
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.