SAKALLI CELAL(VI)
23 Kasım 2021, Salı 11:32Aile dostlarından birinin çocuğu, akıllı sorularıyla Cella'i şaşırtır. O da genç anne babaya:
-Kızınız çok zeki bir çocuk"der. Ona dikkat ediniz, özen gösteriniz. Zeki çocuk inci gibidir…"
Ertesi gün, kızın babası, Celal'i bulur.
-Bizim Hanım benden iki kilo istiridye getirmemi istedi.
-Ne yapacakmış bu kadar istiridyeyi?
-efendim, siz dün çocuk inci gibidir, demiştiniz ya, bizim hanım bana"İnci nereden çıkar" sorunca yanıtladım. O da böyle bir talepte bulundu. İstiridyeden çıkacak incilerle kendisine bir kolye dizecekmiş! Şimdi ben ne yapayım?
-Eşine şunları söyle evladım, der. Evet, inci istiridyeden çıkar ama her istiridyeden değil. Anaların doğurduğu her insan da zekanın bulunmadığı gibi!
BEN O PARAYI KUBURA(lağıma inen boru) DÜŞÜRDÜM
Eğer birine borç vermiş ve geri alamamışsa, gidip istemez, soranlara da:
-Ben, o parayı kubura düşürdüm, derdi.
Aç açık kalmış, kimseden borç istememişti. En yakın aile dostlarından Mehmet İsvan, son yıllarında, onun hesabına her ay ona yetecek kadar, bir para bırakır. Celal öldüğünde, Mehmet İsvan'a bir yazı gelir bankadan.
-Bankamızda, …birikmiş meblağınız bulunmaktadır.
Mehmet İsvan şaşırır, çünkü böyle bir birikimi yoktur. Bir de bakar, Celal onun gönderdiği paranın bir kuruşuna dokunmamıştır…
O'nu çok seven ve hiçbir zaman yalnız bırakmayan, maddi manevi her desteği veren İsvan ailesi ve Kazım Taşkent'tir…
DİNCİLER İNSANIN NERESİNİ BAĞLAR?
Sakallı Celal bazen konferans mahiyetinde konuşmalar yapardı dostlarına, işte ders niteliğinde bir konuşmasından alıntılar:
-İstanbul sokaklarında kolu bacağı acayip bir şekilde çarpılmış dilencilere rastlıyordum. Doğa böylesine ucubeler yaratmaz. Bir gün Sivas'ın bir ilçesinde kaymakamlık yapmış bir arkadaştan işittim. Ki, o ilçenin köylerinden birinde dilenci yetiştiriliyormuş! Çocuk doğduğunda henüz kemikleri kıkırdak halinde iken ana babası kolunu bacağını büküyormuş ve zavallı çocuk zamanla acayip bir görünüm alıyor, büyüyünce de İstanbul'a postalanıyormuş. Dilenci şebekesinin eline…
Sakallı Celal, anlatmaya devam ediyor:
-Doğada rahvan yürüyen at yoktur. Bütün atlar tırıs gider. Üstüne binen de at koştukça zıp zıp zıplar. Ama, herifçioğlu atın üstünde rahat gitmek için daha tay iken ön ve arka ayaklarını iki taraflı olarak iple bağlıyor. Tay, yürümek için ön ayağını ileriye atınca ip arka ayağını da çekiyor ve tay zorunlu olarak yaylana yaylana yürümeye başlıyor ve zamanla buna alışıyor. Bir süre sonra adam ipleri çözünce at rahvan yürümeyi sürdürüyor. Doğal yürüyüşünü de unutmuş oluyor."
Sakallı Celal bakın sözü nereye getiriyordu. Tam günümüze yani…
-Nasıl insanın kolu bacağı acayip şekillere sokulabiliyor, at nasıl doğal yürüyüşü değiştirilerek doğal olmayan bir biçimde yürümeye alıştırılabiliyorsa bizim başka organımız, beynimiz de aynı yöntemle bozulabilir, sakatlanabilir! Cennet, cehennem hikayeleriyle yıkanmış beyin doğru düşünme yetisini kaybeder. Boş inançlara saplanıp kalır, gerçeklere ulaşamaz. Bir kez sakatlandıktan sonra beynimizi sağlığa kavuşturmak çok zordur. Ancak, çok okumakla, kültürümüzü genişletmek ve derinleştirmekle belki sağlanabilir.
Söyleşinin burasında, bakın size bir Çin hikayesi anlatayım diyerek sürdürdü;
-Bir Çin filozofu ufka bakıyormuş: Uzaklardan bir deve kervanının geçtiğini ve develerin sırtında ipek kumaşların asılı olduğunu görmüş. Filozof, "Benim bildiğim, devler ipek giysiler giymez" demiş. Bunları insanlar için taşıyor olsalar gerek. Sonra da şöyle düşünmüş:"Yeryüzünde deve az insan ise çok, bazı işleri gene insanlara yaptırmalı" Bizim filozof ertesi gün eline bir ip almış, zavallı bir Çinli'yi belinden bağlayıp götürmüş tarlasına. Elindeki ucu sivri değnekle kıçını dürtünce Çinli can havliyle ileri atılmış, filozof da ipin öbür ucuna bağladığı sabanını toprağa batırıvermiş, başlamış tarlasını sürmeye. Çinli kan ter içinde ipin ucundaki sabanı çekerken filozofun ipi beline nasıl bağladığını düşünmeye başlamış ve düğümü çözerek kaçmayı başarmış. Filozof ertesi gün zavallı köylüyü yakalayıp kolundan bağlamış. Adam gene çözmüş. Boynundan bağlamış gene olmamış. Neresinden bağlasa çözülüyor. Filozof"Öyle bir yerinden bağlayayım ki eli yetişip çözemesin" diye düşünmüş ve adamın beyni aklına gelmiş. "beynini bağlarsa eli kafasından içeri giremeyeceğine göre düğümü de çözemez" diye düşünmüş ve öyle yapmış.
Hikayenin sonunu şöyle bağlamış:
-İşte o günden beri birtakım insanlar büyük kitlelerin beynini mistik ve metafizik düşüncelerle bağlayarak yoksul insanları emirlerinde kullanıyorlar ve kocaman tapınakları da bunun için yapıyorlar!..."
KÜÇÜK KUŞLAR HEYKELLERİN ÜSTÜNE SIÇAR..AMA HEYKELLER BİR ŞEY YAPAMAZ!
Yeni ergen,genç bir kız, Sakallı Celal'e aşık olur(işte liseli kız aşkı) Celal'in yakın akrabalarından Neşe Hanım Birgün Celal'e:
-"Eeee Celal! Bu çocuk her Pazar günü senin yolunu gözlüyor. Trenin varış saatini de öğrenmiş. ..saatten itibaren pencereye çıkıp senin yolunu gözlüyor. Ne olacak bu işin sonu?
S.celal, hiç düşünmeden şöyle yanıtlar, hanımefendiyi;
-Bak Neşe! Heykellerin cüsseleri kuşların cüsselerine göre çok daha büyüktür ama o küçücük ve ürkek kuşlar, diledikleri gibi, rahatça konup kalkarlar heykellerin iri cüsselerine. Hatta sıçarlar bile üzerlerine. Çünkü bilirler ki heykellerden onlara asla bir zarar, ziyan ve kötülük gelmez. !...
Bir zaman sonra, bu küçük kızla karşılaşan Celal ona şöyle der:
-Bak kızım, Sen ilkbaharsın, ben ise sonbahar. Bunların ikisi de bahardır ama bir araya gelmezler, gelemezler…."
MEMLEKETE HİZMET ETMEK İSTİYORSAN…
Bir zamanların ünlü İstanbul Belediye başkanı Ahmet İsvan'la uzaktan akrabalığı da vardır. Ahmet ve Mehmet İsvan'ı çok seven biridir.
Taa o zamanlar, Ahmet İsvan'ın gençlik heyecanıyla projeleri vardır. Bunu Celal'e açar. O da Türkiye için şu ünlü sözü söyler:
-Bak evladım, memlekete hizmet etmek istiyorsan, bunu kimseye duyurmadan, belli etmeden yapacaksın. Aksi halde , ne yapar eder engellemeye çalışırlar…
Sakallı Celal'in tabutunu taşıyacak ancak dört kişi bulunur. İşte ülkemin aydınının başına gelenler
Okunma Sayısı: 2453
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.