MUCİZE!
05 Ekim 2021, Salı 11:36Sıcak yaz güneşinin insanları bunalttığı Temmuz-Ağustos aylarıydı.Adam hızlı adımlarla Diyarbakır sokaklarında,yürüyordu. Hızlı adımlarla, bir yere yetişmek istercesine hızla gidiyordu. Bu arada durup, dinlemek için bir gölge arıyordu. Bir taşın üzerine oturup, tabakasını çıkarıp, bir sigara yaktı. Bir iki nefesten sonra, kaygılar içinde düşünmeye başlamıştı.
Öyle aceleci, öyle telaşlıydı ki. Bunu kendisi de bilmiyordu. Kendisi bir inşaat işçisiydi. Çimento torbalarını taşımak, harç karmak, sırtındaki, omuzlarındaki yükten daha hafifti sanki…
Daha dün doktor son yanıtı vermişti:
-Eşinizin ameliyatı burada çok riskli olur. Ameliyat masasından kalkması çok düşük bir olasılık. Beyindeki tümör çok riskli bir yerde.
Bu sözleri duyunca, tüm çaresiz insanların yaptığı gibi, çaresizlikle, boynunu bükerek:
-Hiç çaresi yok mu begim?
Doktor hafif bir iç çekip, elini adamın omzuna koyup, şöyle demişti:
-Çaresi tabii ki var. Ama burada değil.İsviçre'nin Zürih kentinde, özel bir hastanede çok iyi bir beyin cerrahı var, masrafları karşılayabilirseniz, ki çok pahalı bir tedavi olacak. Gidiş-dönüş vs. Oraya götürebilirseniz, iyi olabilir…
-Ne kadar bu para begim?
Zamanın parasıyla epey bir para demişti doktor.
Doktor bunları dedikten sonra bir şey daha demişti;
-Sözünü ettiğim hekim Diyarbakırlı, yani hemşehriniz, oraya varabilirseniz, mutlaka size yardımcı olacaktır.
Bu sözler , bir umut ışığıydı. Ama para yoksa, umut ışığı sönecekti. Oturduğu taştan kalkarak, eve doğru ağır ağır yürümeye başladı. Nasıl giderdi İsviçre'ye?
Kapıyı evin 9 yaşındaki kızı Esra açmıştı. İlk sözü şu olmuştu:
-Annen nasıl?
Esra, sıkıntılı yüz ifadesiyle baktı babasının yüzüne.
Doğruca eşinin yattığı odaya gitti.Aynur Hanım yarı baygın bir şekilde uyuyordu. Başucuna oturdu. Eşinin elini tutup iki avucunun arasına alıp, yüzüne doğru götürüp öpüp okşadı. Gözlerinden bir iki damla yaş gelen eşinin gözlerini kuruladı.
Aynur Hanım, kocasına hafifçe:
-Geldin mi? Diye sordu.
Adam kısık bir sesle;
-Geldim, dedi.
-Nasılsın bugün? Diye sordu…
Aynur hanım, hafif bir tebessümle;
-İyiyim dedi ve gözlerini tekrar yumdu.
Evin 19 yaşındaki tek oğlu Sinan'da gelmişti. ..O da bir çayhanede çalışıyordu…Sabahın köründen, gece geç saatlere değin çalışıyordu. Gelir gelmez annesinin odasına girip, yavaşça yanaklarından öptü.
Evde, beyninde tümörle yaşayan, sayılı günleri kalmış bir eş, anne ve çaresiz, mucize bekleyen bir koca ve iki çocuk…
Baba , oğul, odadan çıkıp salondaki sedirde oturdular..Sinan babasına bakıp sordu:
-Baba ne olacak böyle, anam günden güne eriyor, bitiyor.Bir çare yok mu? Baba Seyit, o çaresizlik yüzüyle, oğluna dönerek, tek sözcükle yanıt verdi:
-MUCİZE!
Evin küçük kızı Esra, annesini kurtaracak ilacın adını öğrenmişti. Yastığın altında biriktirdiği bozuk paraları alıp evden fırlamış, sokağın sonundaki Ulu Cami'nin altındaki eczaneye şimşek hızıyla ulaşmıştı. Elindeki bozuk paraları cam tezgahın üzerine koyup, eczacı kalfasına:
-Mucize, istiyorum diye bağırmıştı.
Eczacı kalfası gülümseyerek:
-Bakkal diğer sokakta oradan al istediğin çikolatayı…
Esra sesini yükselterek:
-Çikolata istemiyorum, annem çok hasta, babam kurtulması için MUCİZE lazım dedi. Sonra ağlamaya başladı. N'olur verin o ilacı. Param yetmiyorsa yine getiririm yarın.
Gel buraya kızım diye tok bir ses duyuldu…Orada oturan bir beyden.
Esra sesin geldiği yere döndü. Eczanenin girişinde iki adam oturmuş kahve içiyorlardı. Birisi kravatlı, şık giyimli kibar bir bey efendi idi. Esra utanarak yanlarına gitti. O şık beyefendi, sormaya başladı:
-Annenin hastalığı ne? Dedi.
Esra başı önünde yanıt veriyordu:
-Başı hep ağrıyor amca. Doktora götürdüler iyileşmedi. Babamla ağabeyim konuşurlarken duydum, annemin iyileşmesi için mucize lazımmış. Ben de o ilacı almaya geldim. Söyle eczacıya da versin o ilacı.
Bu arada tekrar ağlamaya başladı.
Şık giyimli amca, elinin tersiyle, gayet nazik bir şekilde Esma'nın gözyaşlarını silerek ayağa kalktı.
-Eviniz nerede? Diye sordu..
-Arka sokakta, dedi Esma
-Ben de doktorum kızım anneni görebilir miyim?
Esma'nın gözleri parlamıştı, gidelim doktor amca. Ama şunu da dedi. Ama o ilacı verin. Doktor, küçük bir işaretle eczacı kalfasına, sessizce:
-Bir kutu aspirin ver.
Esma sımsıkı tuttuğu bir kutu aspirinle önde, doktor arkada eve doğru yürüdüler. Esma'nın aniden evden çıkmasına anlam veremeyen baba ve oğul kapı önüne çıkmışlardı.
Esma onları görünce, koşarak bağırmaya başladı. Elindeki aspirin kutusunu sallayarak , aldım. Annemin ilacını, hem de doktor amcayı da getirdim. Anneme bakacak.
Amele Seyit…
Kahveci Sinan..
İki garip…İki çaresiz…İki umutsuz…
Ve Esma ve bir Kutu aspirin…
Seyit ve Sinan gelenin doktor olduğunu öğrenince, ayağa kalkıp, hoş geldin demişler, buyur etmişlerdi.
İçeri girdiklerinde, doktor hastayı sordu. Doğruca Aynur Hanım7ın odasına girdiler. Hasta uyuyordu. Sinan annesini uyandırmak istedi. Bırakın uyusun dedi.
Röntgen filmlerini, hastane tetkiklerini istedi. Hepsine en ince ayrıntısına kadar baktı.
Herkes nefesini tutmuş bakıyordu. Doktor dışarı çıkalım dedi. Dışarı çıkıp sedire oturdular.
Doktor anlatmaya başladı. Buradaki meslektaşlarım doğru söylemişler. Tümör çok riskli bir yerde. İsviçre'ye gitmesi gerekiyor.
Baba Seyit yıkılmıştı. O da biliyordu, İsviçre işini, ama hangi parayla.
Biliyorum Begim dedi. Ben amelelik yapıyorum. Dediğin yerde bir doktor varmış, bizim de hemşerimiz oluyormuş. Çok iyiymiş. Ama ona bir ulaşabilsek…Ama nerde…
Doktor Sinan'ın getirdiği çayı alırken sordu:
-O doktorun ismini söylediler mi sana?
Seyit, hiç noksansız, kırk yıllık ahbabıymış gibi söyledi:
-He begim, ismi GAZİ YAŞARGİL..
Doktor hafifçe gülümsedi;
-Dr. Gazi Yaşargil benim.
Seyit:
-Bizimle eğlenme begim, hastamız var.
Doktor çayını karıştırırken devam etti:
-Evet Gazi hoca benim. Bir konferans için Ankara'ya geldim. Hazır ülkeme gelmişken memleketim Diyarbakır'a uğramamak, dostlarımı görmeden gitmek olmazdı. Caminin yanındaki eczanenin sahibi benim iyi bir dostumdu . Vefat etmiş yakını için başsağlığı dilemek için oradaydım. Sonrası bildiğiniz gibi, Esra mucize arıyordu ve buldu…
Şimdi ben hastayı seninle birlikte götüreceğim ve ameliyatını bizzat ben yapacağım. Bir kuruş masrafınız olmayacak. Ben, birkaç gün daha buradayım, siz pasaport işlerini halledin.
Sinan ve Seyit'in dilleri tutulmuş, şaşırmışlardı.Esra'nın elindeki aspirin kutusunun aslında mucize ilaç olduğunu anlamış, ikisi de aynı anda Gazi Hoca'nın elini öpmeye çalışmış, Hoca izin vermemişti.
İşi uzatmayalım. Aynur hanım İsviçre'ye götürülmüş. Başarılı bir ameliyatla, iyileşmiş, sağ salim evine dönmüştü.
Peki bunun adı Mucize değil de nedir.
(Prof. Dr. Gazi Yaşargil anılarından kısaltarak alınmıştır)
Okunma Sayısı: 5411
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.