Damdakiler …..
27 Şubat 2025, Perşembe 17:38Henüz kış aylarındayız ama bazı yerlerde inşaat hareketliliği başladı.
Hemen karşımızdaki binada dama çatı kiremitleri konuyor. Ustalar artık
birer makina gibi çalışıyor, bir köşeye üst üste yığılmış olan kiremitleri biri
diğerine atıyor, o da havada yakaladığı kiremitleri arka arkaya düzeli bir
şekilde dama koyuyor. Yahu çatı yerine, gerçi genelde aynı anlama
geliyor ama, niye dam diyorsun diyenleriniz olmuştur. Karşımda çalışan
ustalar bana "dam" ile ilgili bazı şeyleri anımsattılar da onun için.
Daha üniversiteye gittiğim yıllarda, yanılmıyorsam 1972-73 İstanbul'dan
gelip Ankara'da oturan dayımla seyrettiğim "Damdaki Kemancı" müzikali
hem konusu hem de oynayan çok değerli sanatçılar nedeniyle onlarca yıl
sonra hep çok değerli olarak hatırladığım bir sanat etkinliği idi. „Damdaki
Kemancı“ neyi anlatıyor? 1905 yılında Rus Çarlığı topraklarındaki bir
Yahudi köyü olan Anatevka'da yaşayan fakir, geleneklerine bağlı Sütçü
Tevye ve onun kızlarının başından geçen hikâyeleri anlatan konu, arka
planda da Rus toplumundaki değişimleri, Yahudi toplumunun yaşadığı
zorlukları anlatmaktadır. Anatevka, iki ana grubun yerleştiği bir köydür;
köyün büyük toplumunda Ortodoks Hıristiyanlar yer alırken, Tevye'nin de
aralarında bulunduğu Ortodoks Yahudiler de köyün küçük toplumunu
oluşturmaktadır. Sütçülük yapan Tevye, Anatevka'da yaşayan diğer
Yahudiler gibi çok fakir, geleneklerine bağlı ve çalışkandır. Karısı Golde
ve beş kızından oluşan ailesi vardır. Karısı Golde kızlarına çeyiz dahi
yapamayacak durumda olmaları nedeniyle kızlarını zengin kişilerle
evlendirmek istemektedir, Tevye ise bilgili bir damadı tercih etmektedir.
Fakat kasabadaki geleneklere göre kızların evliliği ancak çöpçatanın yani
Çöpçatan Yente'nin uygun bir eşleşmeyi sağlayacak çifti seçmesiyle
yapılmaktadır.
Tevye karakteri izleyiciye dönerek doğrudan onlara seslenip konuşarak,
gökyüzüne bakıp Tanrı'yla konuşur gibi yaparak bazı sahneleri oynar. Bu
hikâyenin çoğunluğu müzikal formda anlatılmaktadır. „Damdaki
Kemancı“, müziklerini Jerry Bock'un bestelediği, şarkı sözlerini Sheldon
Harnick'in yazdığı meşhur müzikaller arasındadır. Bu meşhur müzikal 10
dalda aday gösterildiği Tony Ödülleri'nden dokuzunu aldı. "Damdaki
Kemancı" Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından 14 Ekim 1969
tarihinden başlayarak "Büyük Tiyatro"da sahnelenmeye başlanmışdı. 2
Bölüm ve 18 tablodan oluşan müzikalin başrolü Tevye 'yi Cüneyt
Gökçer oynamıştır. Değerli sanatçı Ayten Göçer de baş rol almıştı. İşte
ben de o zamanlar bu müzikali Türkiye'de ilk seyreden şanslı kişilerden
biriyim.
Kumluk plajının üst tarafındaki bir Cafe'de bademli kahvemi içtim tam
masadan kalkıyordum ki Hasan geldi. İlk lafım olarak ona "Hasan maç
yeni bitti, ne yazık ki yenemedik." dedim. O da birden suratı asılarak "
Yahu damdan düşer gibi hemen bu kötü haber verilirmi, zaten kafam
bozuk." dedi. "Dam" ile ilgili diğer bir ilginç konu da "damdan düşer gibi“
deyimidir. Ani bir şekilde konuşmak, beklenmedik bir anda gelmek gibi
durumlar için damdan düşer gibi deyimi kullanılmaktadır. Damdan düşer
gibi deyimi bir kişinin bir konu ile ilgili olarak ani çıkışlar yapması, bir yere
bir ortama aniden girmesi durumunda söylenen bir deyimdir.
Üniversiteden sınıf arkadaşım Adana‘lı Yakup ile telefonda konuşuyoruz.
Her zaman olduğu gibi hal hatır sorup uzun süredir bir araya gelemedik
diye dertleniyoruz. O üniversiteyi bitirdikten sonra Adana'ya dönüp orada
işini kurdu. Bana "Harun, artık şöyle en azından 5-6 günlüğüne
Adana'ya gelmeni bekliyorum, bir plan yap da bana bildir" dedi. Ben de
"Temmuz ortasında izin alabilirim herhalde" deyince, "O tarihlerde
burada kavrulursun ama başka zaman olmuyorsa sana bir taht
hazırlatayım." dedi. Ülkemizin yaz aylarında çok sıcak olan Güneydoğu
Anadolu bölgesinde „Damda yatmak“ diye bir olay vardır. Örneğin Adana
demek yaz sıcağından bunalıp damda yatmak, sırt üstü uzanıp
gökyüzünün güzelliklerini izlemek, sabahları yüzüne vuran güneşle aşağı
kaçmak demektir, ya da öyleydi bir zamanlar. Günümüzde özellikle
Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaz aylarında uyumak için damlara
kurulan „taht“ geleneği zor da olsa devam ettirilmeğe çalışılmaktadır.
Mardin'li yönetmen Haydar Demirbaş tarafından „Mardin'de Dam“ adıyla
belgesel bir filme bile dönüştürülmüştür. Anılarımızda kalan bu dam
yaşamı artık evlerin çok katlı betonarme binalara dönüşmesi, bahçe
içindeki tek veya iki katlı evlerin azalması, sadece damı olan çatısız
evlerin kalmaması gibi nedenlerle çok çok azalmış, bu güzel ve ilginç
tarzda uykunun tadına varmak sanki bir rüya olmuştur.
Bir de „Damdan düşen damdan düşenin halini bilir“ deyimi vardır.. Bu
sözle, ancak aynı badireleri atlatmış kişilerin birbirlerini tam manasıyla
anlayabilecekleri ifade edilir. Aynı acıları çekmemiş, aynı sorunları
yaşamamış kişiler ise birbirlerini sadece teselli edebilir. „Damdan düşen
damdan düşenin halini bilir“ deyiminin çok anlamlı bir hikayesi de
Nasreddin Hoca'nın bir fıkrasında hoş bir şekilde geçer. Hoca bir gün
kaza ile damdan düşünce etrafına bir kalabalık toplanır. Onun
durumundan endişelenip bir doktor çağırmak isterler. Ama o doktor
çağıran birini eliyle susturup ''bana doktor değil, damdan düşen birini
getirin'' der. Yani bu benim çektiğim sıkıntıyı, en iyi daha önce aynı
duruma düşmüş kişiler anlar demek ister. En çok bilinen Nasreddin Hoca
fıkralarından birine konu olan bu deyim, günümüzde de sıklıkla
kullanılıyor.
Ama özellikle sona bıraktığım bir "dam" konusu da "pabucun dama
atılması" deyimidir. Bu deyimin açıklaması şöyledir. Kendisinden üstün
birinin çıkmasıyla gözden düşmek, değer ve itibarını kaybetmek. Bu
deyimin nereden doğduğunun hikayesi ise çok ilginçtir. Çok eskiden
bozuk ve hileli mal üreten esnafın ayakkabısı dükkanının damına
atılırmış. İşini düzeltene kadar da orada kalırmış. İşini iyi yapmayan
esnafı herkes bilirmiş böylece. Bir zamanlar kunduracılar içerisinde adet
olan bir hareket günlük hayatımızda 'değeri biten' her şey için
kullanılmaya başlandı. Başarısız işçiler, sınavda yeterli not alamayan
öğrenciler, takıma uyum sağlayamayan sporcular için pabucu dama
atılmak deyimi sıklıkla kullanılır.
Çok değer verdiğim ve ondan güzel sözler duyunca sevindiğim, bana
karşı olumsuz sözlerine üzüldüğüm, ne anlamda söylediğini bilemediğim
sözlerinin içimi kıyır kıyır yediği bir bayan arkadaşım var. Geçenlerde
bana "artık senin pabucun dama atıldı " diye yazdı. Niye diye birkaç kere
sordum, cevap vermedi. Nedenini anlayamadıkça canım daha da sıkıldı.
Aradan bir süre geçti ve bana "Benim çeşitli fotoğraflarımı bir arada
çerçeveletip bana gönderdiler, işte ondan o zaman senin bapucunu
dama attım" diye yazdı. Pabucumun dama atılmasına mı üzüleyim, ya da
birinin, ya da birilerinin, bir camcıya gidip resimlerini çerçeveletmesi gibi
basit bir olayı onun için çok önemli birşeyler yapılmış gibi bana satmaya
kalkmasına mı üzüleyim bilemedim. Burada anlatsam kendimi övüyor
gibi olurum ama benim ona değer verip yaptıklarımla bu ufak olayı
karşılaştırıp benim pabucumu dama atmasını hala hazmedemedim. Ama
o bayan zaten güzel olduğunu bilip kendisini çok beğenen, benim
dediğim dedik çaldığım düdüktür deyip, sarı inat biri de olduğu için birini
özellikle de kızdırmak arzusu ile şaka yapıp karşısındakini üzüp, kendi
üstünlüğünü perçinlemekten hoşlanan, keyif duyan biridir de. Bence şaka
yaptı ama gel de emin ol. Ahh ahh keşke bana "senin pabucun dama
atıldı“ demeseydi o.
Son yıllarda şehirler doldu
yüksek yüksek apartmanlarla
diye dertlenirdim hep,
bu ne çirkin görüntü derdim.
Şimdi ise seviniyorum onlara,
kimse atamaz pabucumu
o çok yüksek damlara,
valla bayılıyorum artık o koca koca binalara.
Ben yine de atarım pabucunu,
dama ulaşmazsa ulaşır bir balkona
derse eğer ki o sarı inat güzel,
ben de razıyım o pabucsuz kaderime.
Yok yok atmasın pabucumu dama,
beni pofpoflasın onun yerine,
üzmesin beni, şakaydı desin,
sarı inatlığı bıraksın ne olur.
Dim dik baston gibi yürüyorum artık,
damlara bakmayayım diye,
yürüyenlerin pabuclarını görmeyeyim,
korkumu tetiklemesin bunlar diye.
Bir de tenis öğreniyormuş artık,
öğrensin de gazozuna oynalım,
ama ya yenerse beni,
gitti benim pabuc yine dama.
Ya yapma bunu bana,
atma pabucumu dama,
ben buna dayanamam ama,
aslında sensiz de hiç yapamam.
Okunma Sayısı: 264
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.