BİR TARİH GÖÇÜYOR…(55) (Atatürk'ün Son Günleri…)
29 Nisan 2024, Pazartesi 18:14“Korkaklar, ecelleri gelmeden birkaç kez ölürler, cesurlar ölümü bir kez tadarlar”
Atatürk, 1938 Şubat'ında ani bir kararla Yalova'ya gitti. Banyo mevsimi değildi. Yakınındakiler Paşa'nın gizli bir derdi olduğunu anlamışlardı.
Yalova'da Kaplıcalar Genel Müdürü Dr. Nihat Yeşil Belger'i çağırdı. Muayene etti doktor. Paşa'nın karaciğerinin büyümüş olduğunu bildirdi.
Nihat Bey 1937 yılında da Florya'da Paşa'yı yine muayene etmiş, idrarında bolca kan bulunduğunu bildirmişti.
Kendisi bunu kötüye yormak istemedi. Hemen dr. Neşet Ömer'i çağırttı. O da aynısını söyledi. Hatta karaciğerin 4 parmak büyüdüğünü söyledi.
Ama hala kaplıcalarda tedavi olacağını sanıyordu. Bursa'ya geçti. Çevresindekiler, Paşa'nın günden güne zayıfladığını, ancak karnının şiştiğini görüyordu.
Bazıları Atatürk'ün içki içtiği için sarhoş göründüğünü söyleseler de, gerçeği bilenler” Atatürk sarhoş değil, hasta!, hem de çok hasta…” diyordu.
Paşa, Yalova. Bursa, İstanbul gezisinden sonra Ankara'ya döndü. Tam tedaviye başlandı. Ama en yakınlarından başka kimse durumun ciddiyetini bilmiyordu!
O, hep Türk hekimlerini istese de, kimileri bir de yabancı hekimlerden dinlemek istedi. Alman hekimler de aynı teşhisi koymuşlardı.
Bir akşam yemeğine gelememişti. İşte herkes gerçeği öğrenmişti.
Bir gece kalabalık bir toplantıdan sonra, salondan herkesin çıktığı bir anda, hekim Asım Arar, İçişleri bakanı Şükrü Kaya'ya şunları söyledi:
-Şükrü Beyefendi; size hem içişleri bakanı, hem de bu yurdun değerli bir bireyi olarak çok önemli, ağır bir şeyden söz edeceğim! Atatürk çok ağır ve tehlikeli hastalığın başlangıcındadır. Öyle sanıyorum ki şimdiden önlem almayacak olursak, maddi ve manevi sorumluluğumuz büyük olur…
Şükrü Kaya, Doktora çok güvenirdi. İşin ciddiyetini anladı ve doktora şunları söyledi:
-Gel; seni Celal Bey'e(Bayar) götüreyim, dedi.
Birlikte başbakanı aradılar. Onu büyükelçilerle konuşurken buldular.
Şükrü Kaya, doktoru göstererek Celal Bayar'a:
-Bakın; Asım önemli bir şeyden söz ediyor! Kendisini dinlemenizi rica ederim! Dedi.
Başbakan büyükelçilerden izin isteyip, ayrıldı. Doktora;
-Ne yapalım? Diye sordu.
-Yapılacak bir tek yol var. Atatürk'ü ciddi bir muayeneden geçirip, ona göre tedaviye başlamalıyız…Ayrıca gerekiyorsa, dışarıdan bir uzman da getirmeliyiz.
Asım Bey'in bunu istemesinin bir nedeni vardı; Paşa bizim hekimlerin dediklerini tam uygulamıyordu. Belki yabancı hekimleri dinlerdi!
Paşa, yabancı hekim getirilmesine karşıydı. O zaman tek iş kalıyordu. Bir sağlık kurulu oluşturulmalıydı. Türkiye'de ne kadar uzman hekim varsa, bir araya gelip, uzun bir konsültasyon yaptılar,,,
Paşa bunların raporuna uyacağını belirtti.
Teşhis” Presirozik”
Yazılan başındaki ilk önlem rakıdan uzak kalınmasıydı.
Şunu sordu;
-Bu içki yasağı ne zamana kadar sürecek? Diye sordu.
Sağlık Kurulunun başkanı Dr.Asım Arar;
-Yine böyle bir kurul toplanıp içki kullanmakta sakınca olmadığına karar verinceye dek!
Hekimler gittikten sonra, orada Bulanan İsmet Paşa'ya dönüp:
-Bunların hiçbiri bir şeyden anlamıyor! Ben rakı içmek için söylemiyorum. Gerekirse tabii ki içmeyeceğim. Ancak, hastalığımın rakı içmekle bir ilgisinin olmadığını onlara kanıtlayacağım!
Atatürk, bu meydan okumasına karşın, ölünceye dek 9 ay boyunca ağzına bir damla içki koymadı…
Artık yaşamının 23 saatini dinlenerek geçiriyordu. Günden güne iyi olacağına, daha kötüleşiyordu. Ama dünya, Türkiye işlerini de es geçmiyordu.
Kılıç Ali ile Salih Bozok , Paşa'nın sağlığı üzerine dertleşiyordu. Bozok, Kılıç Ali'ye;
-Atatürk'ün karnını biraz şiş gördüm; ne dersin, Kılıç? Diye sordu:
Kılıç Ali de aynı düşüncedeydi. Bozok'un annesi sirozdan ölmüştü. Durumu biliyordu… Birkaç gün sonra, gece yarısı Kılıç Ali'ye bir telefon geldi, Paşa tarafından; telefondaki nöbetçi yaverdi:
-Yarın Mersin'e gideceğiz! Hazır olunuz! Gidiş saatini sonra bildireceğim.
Bunalımlı bir durumda sürüp giden, Hatay Davası, ölüm döşeğindeki Paşa'yı, düşmana meydan okumak üzere yatağından kaldırıyordu. Samsun'daki heykel gibi durmak istiyordu. Paşa arabasıyla istasyona vardığında, 19 mayıs Bayramı törenlerinin çılgınca kutlandığını gördü. Dayanamadı, kutlamaların yapıldığı stadyuma gitti. Halk çılgınca alkışladı! Buradan çıkınca Ankara Stadyumunun adını 19 mayıs Stadyumu verilmesi kararlaştırıldı.
Kesin dinlenmesi gerektiği halde, Mersin'e gitmişti Hatay işi için.
Mersin dönüşü, toparlanamadı. Gün geçtikçe sağlığı bozuluyordu. Çok uzun geceler geçiyordu. Onları da yazmayacağım. Sadece son geceyi yazıp bitirmek istiyorum,
O gece durmadan saati sordu. Artık kendinden geçiyordu. Ve en son sözleri şunlardı:
-Ve aleykümselam! Diyerek gözlerini kapadı.
10 Kasım 1938…Saat 9.05'i gösteriyordu.
Odada bulunanların hepsinin gözleri yaşlıydı.
Hasan Rıza, bu sırada, sonsuz acı içinde, yanı başında dikilen Kılıç Ali'ye;
-Kılıç, bak; koskoca bir tarih göçüyor! Dedi.
Kutsal Barış'ı göremeden ayrılıyordu, sevdiklerinden…
Ama dünyanın hiçbir ülkesinde, bir ölünün her gün canlandırılması hiç görülmedi. O gün geçtikçe daha çok insanın kalbine girmeye devam ediyor…
Dediği gibi naçiz vücudu yok ama, kurduğu Cumhuriyet ilelebet yaşayacak, tıpkı kendisi gibi…
Okunma Sayısı: 150
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.