BEŞ DAKİKA ARADA BEYAZ GAZOZ, FANTASTİK TÜRK SİNEMASI
20 Nisan 2015, Pazartesi 11:05 “Reformlarla yeniden düzenlenmesi olanaksız,
bırakılması ise çok zor olan yaşam karşısında
çağdaş toplumlarda insana bir tek özgürlük kalmıştır;”
düş görmek,diğer bir deyişle fantazyalar.”
JOHAN HUZİNGA
Çocukluktan kurtulup da kendimizi ve yaşadığımız kenti keşfetmeye başladığımız altmışlı yılların sonlarında evimizden, komşu evlerinden,okuldaki sınıflardan çok farklı; tahta tabanı mazot kokan, loş ışıklı büyük salonları ve içinde birbirine bağlanarak sıralanmış onlarca koltuğu dolduran insanların oluşturduğu kalabalıkları şaşkınlıkla anlamlandırmaya çalışırdık.
Duvarları yakışıklı aktör ve güzel kadınların büyük boy çerçeveli fotoğraflarıyla süslü salonu dolduran koltukların tam karşısına düşen ve üzerinde çoğunlukla, yaldızlı harflerle TC Ziraat Bankası yazan kadife perdenin iki yana açılmasından önce gong çalar, bir süre sonra da elektrikler sönerdi. Göz gözü görmez o tılsımlı karanlıkta bir ışık demeti üzerimizden geçer, karşımızdaki perde de bambaşka bir dünya canlanırdı. Bir düş dünyası. Bize benzeyen insanlarla birlikte, günlük yaşamımızdan farklı olmayan olaylar akıp giderdi.
Bu düş dünyası salonlar zevkle zaman geçirdiğimiz ve hep orada olmak istediğimiz yerlere dönüştü zamanla. Çarşamba matinelerini beklerdik sabırsızlıkla. Sadece bayanlara özel oynatılan filmleri biz çocuklar da izlerdik. Sinemaya götürülürdük. İşte o günler denk düşer, Zeki Mürenleri, Cüneyt Arkınları, Hülya Koçyiğitleri, Türkan Şorayları tanımamız…
Ama o günlerin siyah-beyaz filmlerinde bir ikili vardı ki, biz çocukların vazgeçilmez dostlarıydı. Anlatılmaz bir tat alırdık onları izlemekten ve düştükleri her kötü durumda göz yaşlarımızı tutamazdık…. Ayşecikle Ömercikti bu ikili…
Televizyonların yaşamımızı tutsak almadığı günlerdi. Biraz daha büyüdük.Yazlık sinemalar girdi yaşamımıza.Bu kez tahta sandalyeler birbirine eklenmiş, yerlere ince çakıl taşları döşenmiş yazlık sinema bahçeleri. Uzun yaz geceleri Pırıl pırıl bir gökyüzü, ateşten bir topu andıran ayın ve salkım saçak yayılmış yıldızların altında, yüzümüzü okşayarak esen akşam rüzgarının eşliğinde açık havada, kışlık sinemalarda asılı ”kabuklu yemiş yasaktır” levhasının bulunmadığı, yazlık sinemalar.
Yetmişli yılların başında liseli gençler olmaya başladığımızda, kanımız kaynıyor filmlerdeki kahramanların yerine zaman zaman kendimizi koyuyorduk. Defterlerimizin arasını güzel aktris resimleri süslüyordu. Bir yandan içimizdeki şiddet dürtüsünü dışa vurmamaya çaba harcarken, öbür yandan örnek aldığımız düşsel kahramanları taklit ederek, şiddeti günlük yaşamımızın bir parçası durumuna getirebiliyorduk. Yarattığımız düşsel hedefleri yok ettiğimiz öyküleri anlatırken , zaman zaman bunlara kendimiz bile inanıyorduk. Romantik, duygusal ve vurdulu kırdılı filmlerin yanında bir de gerçekte var olmayan, hayal gücüyle yaratılan, doğaüstü varlıklardan kurgulanarak oluşturulan filmlerin düş gücümüzü allak bullak etmeyebaşladığı günlerde, yaşadığımız kentin sinemaları kendi aralarındaki farklılıkları belirginleştiriyorlardı. Yalnız Türk filmi oynatan sinemalar ve yabancı film oynatan sinemalar
Bazı sinemaların, kışlık salonlarına bitişik yazlık bölümleri olurdu.Geceleri kentin yüksekçe bir yerine çıkıldığında, kulaklara yazlık sinemalardan gelen sesler yankılanarak ulaşırdı.İşte, yalnızca yabancı film oynatan o sinemada “Vampirlerin Dansı” adlı filmi izledikten sonra uzun süre etkisinden kurtulamamıştım.
Şimdilerde ise, her geçen gün biraz daha yozlaşan insan ilişkileri yüzünden ve önlenemeyen bir hızla kirlenen dünyada mutlu yaşamdan uzaklaşan insanın kavuşamadığı yaşam biçimlerini düşlemeye yönelmesi olağan gibi görünüyor. Kitlelerin kendi dışındaki gerçekliği düşsel olgularda araması fantazya endüstrisinin doğmasına ve gelişmesine neden olmuştur. (Devam edecek) edecek)
Okunma Sayısı: 8239
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.