YAŞASIN, MEKTUP ÖLMEMİŞ DOSTLAR
02 Haziran 2020, Salı 14:211946 yılında genç bir teğmen olan babamın şark hizmeti olarak Türkiye'nin doğusunda Kars'a tayini çıkınca yeni evli olan annem ve babam oraya taşınmış. Annem orada – (eksi) 40 derece gibi aşırı soğuklarda 28 Ocak 1948'de ablamı dünyaya getirmiş. Isınmak için tezek sobası, yemek pişirmek için gaz ocağı kullanmışlar. Kış günlerinde aç kalan kurtlar şehre inip evlerin kapılarına kafa vurup açmaya, yiyecek bulmağa çalışırlarmış. Doğma büyüme İstanbul 'lu olan annem için bu İstanbul'dan ve ailesinden ilk defa ayrılıp Türkiye'nin bir ucundan öbür ucuna gidişiymiş. İstanbul'daki ailesi ile tek haberleşmesi mektup ile olmuş. Ama nasıl mı? Asker ve subay ailelerinin yazdıkları mektuplar toplanır ve sonra bir şekilde gideceği yere ulaştırılırmış. Ama inanırmısınız bilmem, bu üç ay falan sürermiş. Cevabı da yine ancak üç ayda gelince en kısa altı ayda karşılıklı birer mektup. Babamın 3 yıl süren bu şark hizmeti boyunca mektup almanın değerini ve mutluluğunu tahmin edebiliyormusunuz?
Ben ve eşim de 1982'de İstanbul'daki Alman orijinli şirketimin beni 5 yıllığına merkeze göndermesi üzerine Almanya'ya, Stuttgart'a göç ettiğimizde Türkiye'deki ailelerimizle karşılıklı yüzlerce mektup yazmıştık. Mektuplarını annem ve babam ayrı ayrı yazar, sonra aynı zarfa koyar, mektubun belli bir ağırlık limitini son gramına kadar kullanırlardı. İkisi de rahmetli şimdi ve nur içinde yatsınlar, özellikle de annem yazdığı anın saatini ve tarihini de yazıp birkaç gün boyunca bir günlük gibi sayfalar dolusu yazar, bizden de karşı mektuplarımızda aynısını beklerdi. Böyle 5 yıllık uzun bir ayrılığın hasreti başkaydı hakikaten. O mektupların çoğunu saklamıştım, Türkiye'ye dönüşümüzde birlikte getirdim, hala ara sıra tekrar okuyup o yılları anıyorum.
Sonrasında ise, 2000 yılında kaybettiğimiz rahmetli Özay Gönlüm'ün ninesinden aldığı ve karşılıklı mektupları bize ayrı bir tat vermiştir: „ Amanın yavrım, Ben öyle duyuyom, o gocuman memleketlerde cicili bicili, boyalı moyalı, şıngırdak fıngırdak, kirpikleri takma, saçları sokma, onlan bunlan düşüp kalkma, gözleri elde, etekleri belde, artanı da yerde, sıska mıska, şıbıldak gibi bazı, çirkin mirkin hanımlar, gızlar oluveriyormuş… Amanın onlara tutuluveren de, yanıveren de deme yavrım. Alceen gızın soyu sopu belli, saçı sırma telli, eline el değmemiş, kötü süt emmemiş, sevisi derinde, eti butu yerinde olmalı. Dizine otutturuverdin mi kucağın dolmalı, duvara atın mı yapışmalı, domuz hem evlenince pazara kadar değil, mezara kadar varmalı. Ee hanım dediğini de alaya kattın mı, koluna taktın mı yakışmalı. Bu sözlerimi eyi dinle bakem, bi kulağından sok da öte kulağını tıka, çıkıvermesin len. Senin nazlı Eminen ne güne duruyo? “
Aşıkların, sevgililerin, nişanlıların, yeni evlilerin birbirlerine pembe kağıtlara yazdığı, erkeğin içine kırmızı gül yaprakları, kızın kırmızı rujla öpücük bastığı, ya da parfüm sıktığı mektupların değerini ve çeşitlerini anlatmaya sayfalar yetmez. Ayrıca tarih boyunca meşhur kişilerin birbirlerine yazdığı sevgi ya da nefret mektupları, devlet adamları arasındaki mektuplaşmalar da bahseldilmeğe değer mektuplardır. Sonra bir eMail çıktı, yani e-posta, eyvah mektup ölüyor dedim işte o zaman. Tom Hanks ve Meg Ryan'ın oynadığı 1998'deki “You've Got Mail / eMail für Dich / Sana e-posta” adındaki Amerikan romantik komedi-dram filmini hatırlıyormusunuz? Ben çok beğenmiştim. eMail almış başını gidiyordu. 10 yıl kadar önce artık birçok yazışmalar hep eMail ile olma yolundaydı. Sonra Facebook, Whatsapp, Instigram, Twitter gibi yazışma ortamları çıktı. Evlerimizdeki posta kutularını resmi mektupların dışında sadece reklamlar, yerel gazeteler doldurmuştu artık. Aşıkların, ailelerin, arkadaşların birbirlerine yazdığı mektup artık öldü diye düşünürken, biz de artık yine Türkiye'de iken, iki yıl evvel inanılmaz bir haber Almanya'da yaşayan arkadaş çevremizde ve tabii bizde de büyük yankılar ve heyecan yarattı. Yaşasın mektup ölmemişti. Adını burada vermek istemediğim bir Türk delikanlısı teknolojinin, elektroniğin bizi esir aldığı bu dünyaya büyük bir tokat atmıştı. Benim gibi emekliliğine birkaç yıl sayan, eski güzelliklere bağlı ve hala “Alceen gızın soyu sopu belli, eline el değmemiş, sevisi derinde, koluna taktın mı yakışmalı, evlenince pazara kadar değil, mezara kadar varmalı” diyen biri için mektubun ölmediğini ispat etmişti bu genç. Hem de nasıl duydunuz mu? Sevgilisine bir değil, iki değil, üç değil, dört değil, birlikte geçirdikleri beş yıl için tam beş ayrı mektupla evlilik teklif ederek. Haydi günümüzün gençleri bundan sonra ya sizler çıtayı yükseltip sevgilinize en az altı mektupla evlilik teklif edeceksiniz, ya da sizin bizden alceeniz gız mız yok. Bu sözlerimi eyi dinle bakem, bi kulağından sok da öte kulağını tıka, çıkıvermesin len. Yaşasın mektup ölmemiş. Sen de çok sağol romantik Türk genci. Almanya'da Türklerin kalbini hoplatan, kız annelerinin çıtalarını yükselten, erkek babalarına da oğlum evde kalacak dedirten bu beş mektup haberi bence hala çok heyecan ve mutluluk verici. Benim de mektubun ölmemesi için artık elimden geleni yapmam gerekiyordu. Ayrıca ne kadar romantik olduğumu ispat etmenin zamanı gelmişti. Sertap'ın yaş gününü tebrik etmek için ona uzun uzun yazılmış, zarflara konulmuş, tam beş adet tebrik kartı gönderdim. Hepsini tek tek ayrı günlerde postaya verdim ki, o da eline farklı günlerde geçen tebrik kartlarımla bir sürpriz yaşasın. O da bunu çok beğenmiş ve whatsapp'da onların fotoğrafını paylaşıp "şımartılmak benim
de hakkım" yazmıştı. Sonra bana bayağı kızdığı bir dönem oldu. Kendimi affettirmek için yine zarflar içinde beş ayrı kartpostal yolladım. Hatta özel pulları ve sevdiği hayvanların resimleri olan kartlar idi bunlar. Sarı inatı zor ikna ettim, ama barıştık yine. Bu beş mektup işinde bir hikmet var anlaşılan. Hani fal bakınca üç vakte kadar …. derler ya, bunda da en az beş mektupta bir hayır var demek gerekiyor bence.
Mektup çok özeldir, bir Whatsapp yazışmasına, bir Facebook mesajına benzemez. Mektup elle yazılmışsa onu okurken karşında sanki onu yazanı görürsün. Uzun uzun yazılmışsa, okuyunca onu içine sindirirsin. Aşk, sevgi mektubu ise onu bağrına basarsın, koklarsın o mektubu, onu yazanın elini, dudaklarını öpersin. Tekrar tekrar okursun o mektubu, her seferinde yeni duygular, yeni mutluluklar, yeni hasret gidermeler. Mektubu hiç kullanmamış, ona alışmamış genç jenerasyonlar bu tadı ne yazık ki tadamamış, zevkine doyamamış oluyor bence.
Mektup, ey mektup, sen ölme sakın / Sen umut ol, aydınlık ol, yürek ol / Ulaş sevdiklerime, koşarak , çoşarak / Yıllar boyunca mektuplar yazdım Datça'yı sevenlere / Datça'da deniz sonsuz, koylar sayısız, güneş sıcacık / Ama ben uzak kaldım sana Datçam / Gelemiyorum ki ah bu koronadan.
Sensiz Olmaz, 30.05.2020
Okunma Sayısı: 11612
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.