OKURYAZAR -
14 Kasım 2019, Perşembe 18:15Bir sitenin yöneticisiyim. Sitenin genel amaçlı elektrik kullanımı ile ilgili son ayın faturasının, sayacın büyük olasılıkla yanlış ölçülmesi sonucu, beklediğimizin hemen hemen iki katı olduğunu ve durumun düzeltilmesi için bilgisayarımın başına oturmuş Sular İdaresine bir dilekçe yazıyorum. Sonra çıktısını alıp, zarfa koyup, üzerine adresi yazıyorum. Tek eksiği üzerine pul yapıştırılıp postaya atılması.
Postaneye giderken yakınından geçtiğim belediyenin önündeki meydanın kenarında iki arzuhalci küçük sehpaların üzerine koydukları daktilolarında takır tukur bir şeyler yazıyorlar.
(Bu kelimeyi bilmeyen, özellikle genç okuyucularımız için kısa bir açıklama yapayım Arzuhalci eskiden genellikle mahkeme önlerinde belli ücret karşılığında davacı olan kişilere dilekçe yazan kimselere denir. Günümüzde Arzuhalcilik yok olmaya mahkum meslekler arasındadır. Arzuhalci, arz-u hâl yapan kişi manasına gelir. ... Yani hali, durumu, vaziyeti söyleyen, bildiren kişi manasına gelir.)
Ben kendi dilekçemi bilgisayarımda yazmışken bu en azından 30-40 yıllık görüntü, yani arzuhalciler, bana bir yandan da geçmiş yıllarımı hatırlatıyor ve içimde hoş duygular uyandırıyor. Hem kendileri hem de dilekçelerini yazdıkları müşterileri sehpanın iki yanındaki taburelere oturmuşlar. Hatta ikisinin yanında ayakta sıralarını bekleyen başka müşteriler de var. Arzuhalci Hasan müşterisi adına bir dilekçe yazıyor. Dilekçe müşteri Mahmut'un belediye tarafından alınacağı açıklanan 40 temizlik işçisi ilanına müraacatı için. Arzuhalciler dilekçenin konusuna göre ne ve nasıl bir formatta yazılacağını da bilirler çoğu zaman. Arzuhalci Hasan müşterisi Mahmut'a soruyor: "Abi okuman , yazman varmı, bunu dilekçende yazmamız lazım. Yoksa zaten hiç müracaat etme boşuna, okumaya yazması olmayanı almazlar işe."
Ama ben artık neredeyse 20 yılını arkamızda bıraktığımız 2000'li yıllarda "Abi okumam, yazman, düşünmen, uygulaman" varmı ?" diye sorulması gerektiğini düşünüyorum. Bunu burada açmağa çalışacağım.
Bu arada tam yanımdan motosikletli genç bir bayan geçiyor, gözüm ona takılıyor. 30-40 yıl sonra, yani geçen yıllarda olan değişiklikler gözlerimin önünden bir şerit gibi geçiyor sanki. O eski yıllarda sokaklarda böyle rahatça motosikleti ile gezen bir bayan göreceğimi hiç düşünebilirmiydim. Ben yıllardır günlük yazarım, onlarca ve sonradan ciltlendirdiğim, üzerine hangi yıllara alt olduklarını yazdırdığım nerdeyse her biri yüzden fazla sayfalı günlüklerim bir bakıma kitaplar gibi kütüphanemin bir rafında yan yana dizili olarak dururlar. O sırada bu motosikletli bayan kaldırım kenarında kısa bir süre duruyor, cep telefonumla bir fotoğrafını çekiyorum. Birkaç saat sonra tekrar eve döndüğümde yine son günlüğüme birşeyler yazacağım; arzuhalci bir konu ve günümüzün genç bayanları yazacağım diğer konu olacak. Bu bayanın fotoğrafını da koymak istediğim için o sırada durmasını fırsat bulup fotoğrafını çekebilmek için izin de aldım. Ne güzel değilmi günümüzde böyle hür bayanlarımızı görebilmek, onlarla ayaküstü sokakta birkaç laf edebilmek.
Şimdi sizlere biraz da öncelikle interneti kaynak olarak kullandiğım bazı tanım ve bilgileri vereyim:
Okuryazarlığın genel tanımı bir dilin yazlarını okuyabilme, okunan öğeleri algılama ve kavrama yetisine sahip olunmasıdır. Günümüz bağlamında okuryazarlık iletişimin bir parçasıdır. Bir dili bilip, konuşabilmenin yanı sıra iletişim kurabilmek için yeterli derecede okumayı ve yazmayı da bilmek gerekir. UNESCO`nun tanımına göre okuryazarlık; Değişik türdeki yazılı kaynakları, kayıtları kullanarak tanımlama, anlama, yorumlama, bir araya getirme, iletişim kurma ve hesap yapma yeteneğidir. Toplumun geniş bir kitlesine hitap edebilmek, bilgisini ve gücünü geliştirerek hedeflerine ulaşması için
bireye olanak veren olgudur. Ayrıca bilginiz olsun, her yıl 8 Eylül günü ``Dünya Okuma Yazma Günü``
olarak kutlanır.
Bu bilgilerin içeriğinde görüyoruz ki, ben sadece "okuma yazma“ değil „düşünme ve uygulama" da
gerekli adam olabilmek için derken UNESCO`nun tanımı ile yani „Okuryazarlık; değişik türdeki yazılı
kaynakları, kayıtları kullanarak tanımlama, anlama, yorumlama, bir araya getirme, iletişim kurma ve
hesap yapma yeteneğidir.“ Ile örtüşüyorum, sadece farklı kelimeler kullanmıştım, okuma, yazma
sadece okuma, yazma değildir ve olmamalıdır derken. Buna sevindim çünkü UNESCO'nun bu tanımını
daha evvel görmemistim.
Dikkatinizi çekmiştir, „okuma, yazma“ sözcüğü yazı dilinde zaman içinde „okuryazarlık“ olarak
yerleşmiştir ve ben de yazımın ilerleyen cümleleri içinde ona döndüm.
Okuryazar olmak 30-40 yıl öncesinden beri birçok iş için gerekli idi, şimdi 2000'li yıllarda ise sadece
önemli değil, hatta yetersiz. Sadece "okuryazarlık“ değil „düşünme ve uygulama" da gerekli işe
yarayan bir adam olabilmek için.
Ben yazları Datça'da tatil yapan, bu mutluluğu, güzelliği yaşayabilme şansını yıllardır tatmış olan
insanlardan biriyim. Bu nedenle bu yazdığım konumla ilgili aldığım birkaç örnek kelime de Datça'yı da
ilgilendiren şeyler olsun diye düşündüm.
Örneğin "deniz" kelimesini okuyabiliyor, yazabiliyor olmak yetmiyor. Deniz deyince çağdaş bir insan
olarak arkasından da şöyle bir düşüneceksin. Denizi temiz tutmamız gerekli diyeceksin. Hadi bunu
dedin, bu dünyaya sorumluluğun bununla bitmiyor. Dediğini uygulayacaksın. Yani denizi temiz tutmak
için, plastik şişeleri, çöpleri, sigara izmaritini, foseptik artıklarını, kimyasal atıklarını denize
atmayacaksın. Ben onun için günümüzde önemli olanın " okuryazar, düşünme ve uygulama“
olduğunu" ve artık okur yazar mısın sorusunun ve cevabının eksik olduğunu burada tekrar tekrar
belirtmek istiyorum.
"Okuryazar, düşünme ve uygulama" gerekliliği ve beklentim hakkında birkaç örnek daha alalım ve bu
üç beklentiyi biraz daha irdeleyelim.
Yazıp, okuduğunuz kelime "balık" olsun. Düşüneceğimiz şey ne olmalı sizce? Bence balık neslinin
tükenmemesi, mevsimine göre aradığımız balığı bulabilmemiz ve faiş fiyatlı olmaması gibi şeyleri
düşünebiliriz. Peki uygulama ne o zaman? Balıkları müsade edilen av mevsimleri dışında avlamamak,
olta veya ağ dışında yollarla, örneğin dinamitle avlamamak.
Son olarak "orman" kelimesini ele alalım. Tamam yazdım ve okudum bu kelimeyi. Peki neler
düşünebiliriz bu kelime ile ilgili. Ormanların güzelliği, havayı temizlemesi, güzel manzara, hayvanlarını
barınağı gibi bir sürü güzel şey. Sizler de daha bir sürü güzel şey düşünebilirsiniz. Peki uygulama ne
olabilir? Bence orman yangınlarını önlemek, arazi kazanmak uğruna ormanları yakanlara karşı el
birliği ile karşı koymak, yeni fidanlar ekerek yanmış orman alanlarını tekrar yeşertmek ya da yeni
ormanlar yaratmak Ne tesadüf ki bugün Türkiye genelinde 11 milyon fidan ekilmesi gibi bir
organizasyon vardı ve bunun 10 bin fidanını Datça ve çevresindeki gönüllüler ekti.
Yani belediyenin önündeki arzuhalci artık "Abi okuryazarlığın, düşünmen, uygulaman" varmı diye
sorup öyle yazmalı o dilekçeyi, takır tukur sesler çıkaran daktilosunda.
Bu dünya, bu eşsiz Datça şimdi bizim, sonra çocuklarımızın, daha ilerde ise torunlarımızın ve onları
takip edecek nesillerin olacak.
Haydi o zaman hepimiz "okuryazar, düşünen ve uygulayan" insanlar olalım ve böyle insanlar, gelecek
nesiller yetiştirelim.
Ulu önder Atatürk'ün 81'inci ölüm yıldönümünü kutladığımız günden bir gün sonra yazdığım bu
yazımda bu güzel ülkemiz insanlarının medeni, eğitimli, "okuryazar, düşünen ve uygulayan" kişiler
olması için onun bizlere verdiklerini hiçbir zaman unutmamamızı ve onun izninde yürümemiz
gerektiğini burada bu fırsat ile hatırlatmak istiyorum.
Rumuz: Sensiz olmaz, 11 Kasım 2019
Okunma Sayısı: 2987
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.