s
Muğla
16 Eylül, 2024, Pazartesi
  • DOLAR
    28.59
  • EURO
    30.52
  • ALTIN
    1783.9
  • BIST
    7768.17
  • BTC
    36743.46$

İç içe

01 Ağustos 2024, Perşembe 18:00
İç içe

Birkaç yıl evvel bu köşemde daha sık yazıyordum. Hatta bir ara neredeyse her hafta. Sonra aralar açıldı da açıldı. Neden diye düşündüm, iki ana neden var. Motivasyon ve ilham. Bazı yazarlar olumsuz yorumlardan olumlu etkilenir ve inat olsun gibilerden çok daha fazla yazmağa başlar. Bazıları olumsuz yorumlara küser ve artık yazmaz veya daha az yazar. Bir de şaka amaçlı olumsuz yorumlar vardır, nasıl tepki vereceği yazardan yazara değişir. Eğer yorumlar olumlu ise tabii yazar da genellikle olumlu etkilenir, daha sık yazar. daha uzun yazar falan. Ama bazen de yorumlar olumlu diye rehavete kapılıp tembellik de edilebilinir. Ìlhama gelince yazacak konu bulmanıza yardımcı olur, sizi tetikler. Yoksa oturup acaba bu hafta ne konuda birşey yazsam diye düşünmek benim tarzım değil. Hele ki güncel haberler, politik konular, ya da sorunlar, dertler konularını da seçmediğim için. Yani ben genelde hep bir ilham peşinde olmuşumdur.
Bana yazma ilhamını beş yıl falan önce yönetmenim verdi. Bir konuda birşey yazmıştım, o da bana "ne güzel yazmışsınız" yorumu yapınca hìç düşünmemiş olmama rağmen kendimi de şaşırtarak o günden sonra bu gazetede kendimi bir köşe yazarı olarak buldum. Bana en büyük ilham veren olay da şu olmuştu. Daha ancak 3-4 yazım gazetede paylaşılmıştı. Bir okurumuz yazılarımı beğendìğini özellikle ve şahsen söylemek üzere yönetmenimin ofisine gelmiş. Yönetmenim de bana sürpriz yaparak telefonla bana bağlanmış ve ben de o okurun bana yaptığı güzel iltifatlarını kısmen de olsa telefonda uzaktan ama direk olarak duyabilmi?tim. Yani okurun bundan haberi yok ama ben onu duyuyordum. Bunun ne kadar güzel bir duygu olduğunu anlatamam.  Hala büyük bir keyifle hatırlıyorum o  günü ve o anı. 
Üniversite öğrenimim sırasında en sevdiğim ders teknik resim / çizim idi. Çeşitli parçaların, nesnelerin üretilmesi için gerekli teknik resimler olduğu gibi, ev, bina ve mimariyle ilgili nesneleri çizerdik. O zamanlar bilgisayar ile değil teknik resim masalarında çizerdik. Şimdiki gibi bilgisayarlarda kullanılan CAD programlarının sağladığı kolaylıklar da yoktu. Herşey kağıt kalem, gönye, pergel, cetvel (büyük çizim masası ise T cetveli de) ve                                                     eğer varsa el hesap makinaları yardımıyla olurdu. Genelde nesnelerin iki boyutlu resimlerini çizerdik ama bazen de üç boyutlu nesneleri iki boyutlu çizerdik. Bu son yazdığım tarzın en zor ama benim için en zevklisi de üç boyutlu nesnelerin birbirini kestiği, yani iç ìçe girmiş gibi teknik resimlerini çizmekti. Örneğin bir koni ile bir silindir şeklindeki iki nesneyi bir miktar ya da tam olarak birbirlerini kesiyor, yani kısmen veya tam olarak birbirleri içine girmiş olarak çizmek. Bir koni ile bir silindirin kesiştiği yeri ve hatları çizebilmek. Dersi veren doçent iki nesnenin örneğin kaç santimetre birbirini keserek iç içe olmasını istediğini bize söylerdi. 

Bazen de bu nesneleri onun verdiği ölçülere göre daha fazla iç içe ya da birbirlerinden daha ayrılarak, bir yöne daha kaymış olarak tekrar tekrar çizmemizi isterdi. Ama iç içe hallerini çizdikten sonra nesneleri yine tamamen birbirinden ayırıp öyle çizin dediği de olmuştur ve  ben bunu hìç sevmezdim. Hani birbiri içine girmiş, sanki kaynaşmış iki sevgiliyi birbirinden yine ayırmamız isteniyor gibi hüzünlenirdim. Bir sınavda ise bizden üç nesneyi, yani bir küre, bir küp ve bir prizmayı kesiştirerek çizmemizi istedi. Bu çok zor bir sınav sorusu idi. Bize verilen 60 dakikalık süre sonunda bunu en çabuk ve doğru yapabilen tek öğrenci ben olmuştum ve doçentimiz bütün sınıf önünde beni tebrik etmişti. Hey gidi o hiç unutamadığım ve hayatımın en güzel yılları, üniversite yıllarım hey. Bu iç içe geçmiş nesneler şeklinde resimleri müzelerde de görürüz. Hatta üç boyutlu heykel şeklinde olanları da vardır. Ben onları gördüğümde saatlerce önlerinden ayrılamam, sağdan, soldan, önden, arkadan nasıl iç içe geçmişler, kesit hatları nasıl, doğrumu diye incelerim. Ta ki personelden biri gelip müze artık kapanıyor deyip beni dışarı atana kadar.
Bana bir köşe yazısı yazabilmem için bir ilham lazım demiştim. İki gün evvel şu fotoğraf işte benim ilhamım oldu. Fotoğraftaki güzel bayan bir köpeği kucağına almış, köpek ve o bayan birbirlerine öyle bir sarılmışlar ki sanki iç içe girmişler, birbirlerine kaynaşmışlar. Teknik resim derslerinde birbirinin içine sokarak kesiştirdiğimiz, kesişme hattını çizdiğimiz o yıllara döndürdü beni bu 
manzara. O bayanla köpeği birbirinden ayıralım deseniz yapamazsınız. Hani benim yukarıda yazdığım doçentimizin „nesneleri yine tamamen birbirinden ayırıp öyle çizin dediği de olmuştur ve ben bunu hìç sevmezdim. Hani birbiri içine girmiş, sanki kaynaşmış iki sevgiliyi birbirinden yine ayırmamız isteniyor gibi hüzünlenirdim" dediğim gibi. Anında aşık oldum bu manzaraya ve ne garip ki hem de o hiç unutamadığım üniversite yıllarım ve teknik resim derslerime döndüm hafızamda. Aslında bu fotoğraf bir video çekiminin bir parçası. O videoda da o güzel bayan birine "ama hocam benim bir sürü kedilerim de var" gibi birşeyler söylüyor. Bilmem niye öyle bir laf ediyordu ama onun hayvanları çok sevdiği, onlara sarıldığında neredeyse vücudunun içine soktuğu her halinden belli. O güzel bayan deyip durdum ama onu siz de ben de çok iyi tanıyoruz. Onu bir başka köşe yazımda "Kedili Datça'nın gazetecisi" diye tanımlamıştım, şimdi ise "Köpekli Datça'nın prensesi" diyorum. Onun ayrıca onlarca, hatta belki de yüzlerce başka fotoğrafları, videoları da var; keçilerle öpüşürken, ineklere sarılırken, eşekleri kucaklarken, onu uzaktan gören kazlar özlemle ona uçarlarken, ....., var ki vaaarrr. Hele ki şu hayvan yasası denip tartışmalara neden olunan, bu karmaşık fikirler, atışmalar yaşadığımız şu günler sırasında bu iç içe geçmiş köpek ve bayan fotoğrafı ne muhteşem değilmi?? Hayvanları ben de çok severim ama onun kadar çok sevebilmeyi, iç içe geçip ayrılamamayı çok isterdim. Ben ise bunu hep teknik resimlerimde diledim ve de becerdim.
Gelin hepimiz hayvanları çok sevelim ve onlar için herşeyi yapalım, içimize sokalım, bağrımıza basalım, onların insanca gözetilme, bakılma, korunma haklarına sahip çıkalım.

Bu yazımda iç içe geçmiş nesnelerin teknik resimlerinden başlayıp, o güzel bayan ve köpeğin inanılmaz güzellikteki, duygu dolu, sevgi dolu, aşk dolu, iç içe geçmiş pozunu ele aldım. Poz deyince de aslında hazırlanılmış, önceden çalışılmış bir fotoğraf demek oluyor. Ama bu öyle değil, o bayan o köpeği bir anda kucağına alıp sanki içine sokmuş, köpek derseniz o da aynı şeyi yapmış. Aslında hayatta iç içe olmak „bütünleşmek“ demektir. İç içe geçmişlik bireyler arasındaki kişisel sınırlar net olmadığında veya bir şekilde ortadan kalktığında meydana gelir. Ama bu bir zorlama değildir, bireyler öyle arzu ederler. İç içe geçmiş ilişkilerde bireyler kendilerini birbirlerinin duygu, düşünce ve eylemlerine karşı aşırı derecede sorumlu hissedebilirler, hatta bu bir bakıma kaçınılmazdır, keyifle ve içten gelerek olur.
Bana sevgiyi, birlikte sevgiyi, şarmaş dolaş ve taa içinizden gelen sevgiyi, hiçbir şekilde kopamadığınız bir sevgiliyi, içimizi kıpır kıpır yapan ama ateş gibi de yakan bir sevgiliyi sevmeyi nasıl tanımlarsın derseniz, cevabım „ Bu fotoğraftaki iç içe girmiş, adeta kesişmiş o güzel bayan ve köpeğe bakın anlarsınız“ olacak. Kelimeler bazen birşeyleri ifade etmeye yeterli olmaz, ama bir fotoğraf herşeyi en güzel şekilde ifade edebilir değil mi?
Hayat sevgi dolu oldukça güzeldir. Ne zaman hüzünlenirseniz, ne zaman içiniz kararırsa, ne zaman hayattan zevk alamaz gibi hissederseniz, hemen bu fotoğrafı gözünüzün önüne getirin. Anında herşeye, herkese tekrar sevgi dolu bakmağa başlayacasınız, inanın bana.

İç içe sevgiyle kalın, iç içe sevgiyle yaşayın … 28.07.2024


Okunma Sayısı: 411

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.