HALA GALAMIŞ DİYOR
18 Nisan 2024, Perşembe 17:26Bizim buralarda özellikle Betçe yöresinde (Datça’nın Batı kısmında) bir deyim vardır: "Hala Galamış Diyor". Bu deyimin yöremiz lugatına girmesinde en büyük payı olan rahmetli Sadık Oğlu Osman dedemdir. Deyim; anlatılanları anlamakta güçlük çeken, dediğim dedik, olan sabit fikirli, eleştirilere kapalı olan, kendi doğrularını savunan kişiler için söylenir.
Sadık oğlu Osman dedem, Cumhuriyetin ilk yıllarında giriştiği imece işlerinde; sağlam, kaslı ve güçlü kolları ve atletik yapısı ile dikkat çeken birisiydi. On kiloluk balyozu havaya kaldırıp üzerine indirdiği taşları paramparça etmesiyle, aynı zamanda bir oturuşta bir tayını tüketmesiyle ünlü bir kişiydi. Nede olsa harcadığı enerjiyi alması gerekiyordu. Yapımında büyük emeği geçtiği, bugün kullanılmayan Döşeme yolunda çalışırken gösterdiği başarısından ve cumhuriyete bağlılığından dolayı SADIK unvanı verilmiştir. Cumhuriyet döneminde soyadı kanunundan dolayı; SADIKOSMAN adını almıştır. Yorulmadan çalışmaları sırasında hiç of pof deyip yakınmadığı için; kendisini onure edip belgelemek için de YORULMAZ soyadı verilmiştir.
Osman dedem gerçekten de eşeğe yüklü buğday çuvallarını sanki küçük saman balyalarını kavrar gibi parmaklarının ucuyla tutup eşeğin yükünü boşaltıyormuş. Boylu postlu, bazen dizlerine kadar topladığı pantolon paçaları ve dirseklerine kadar kıvırdığı mintan kolları onu daha da heybetli yapar; avına odaklanmış bir Aslan edası verirmiş. Kısvetini giymiş bir yağlı güreşçi endamı ile ortalıkta dolaşınca herkes pür dikkat kesilip; "Şimdi hangi dalı koparıp indireceğini" merak edermiş. Yemek pişirmek için odun mu toplayacak? Dedem ayaklarıyla ilkilerin (maki) dallarını ayakları ile yanlara çekip köküne doğru olan sağlam dallarından yakaladığı gibi köküyle beraber çıkarıp, kök aralarında kalan toprağından arınması için kuru bir duvarın üzerine atıverirmiş. Bu işler için çapa, kürek, kazma, kesici alet kullanmazmış. Dedem başlı başına bir terminatör gibiymiş.
Osman dedem, zaman zaman balık tutmak için kullandığı sandalını Guylucak yalısında tek başına çeker, sandalın ahşap sarmaları güneşten yanıp açılmasın diye deniz suyu ile içini doldururmuş. Bir dahaki balık seferine kadar sandalın içindeki tuzlu deniz suyu hem sandalın güneşten açılmasını önler hem de tuzlu su, sandalın ahşabında bakteri oluşumunu engellediğinden sandalın sağlıklı kalmasını sağlarmış. Irgat, makara, çelik halat, ip rulman yok. Hepsi dedemin kas gücüyle yapılıyor. Hoopp, sandalı karaya alıyor. Hoooopppp, sandal denizde. Çocukların plajda cankurtaran şişme balonlarını taşıdığı gibi dedem 3 kişilik sandalını taşıyor.
Dedem gittiği balık avından gereğinden fazla balıkla dönerse köylüleri ile paylaşıyor. Köylüler de dedeme bahçelerinde yetişen sebze, meyve, tavukların yumurtası vb. ile dedeme olan borçlarını ödüyor. Ortada nakit para yok. Zaten o yıllarda köyde para da yok. Herkesin zaruri ihtiyacı olan aydınlatmada kullanılan Gazyağını köydeki bakkal getiriyor. Paran olsa da alacaksın, olmasa da alacaksın. Hesaplar: Tütün zamanı, çağla zamanı, payam zamanı, körpe oğlak zamanı, harman sonu gibi mevsimsel gelirlere göre ödeniyordu. Filanca kişi tütün yapar, tütün parasını aldığında ödeyecektir. Filanca kişi hayvan çobanıdır. Keçiler kuzular yavrulayınca ödenecektir. Hüseyin payam toplayıp kırınca satmaz, satması için bakkala getirir. Bakkal, payamı pahalı satabilirse alacağından düşecektir. Bu hep böyle gider. Denizden boş dönmesi imkansız gibidir dedemin. Hiçbir şey yakalayamazsa, hemencecik karaya çıkıp kayaların arasından deniz tuzunu torbasına doldurur. Bunu evde yapacağı turşu için kullanırmış. Buda yoksa (kaya koruğu) yerel dilde GENEVİZ denen ve çorbaların yanında çok iyi bir yeşillik olan (turşu su da yapılır) bu ottan toplayarak komşuları ile paylaşırmış. Ancak Osman dedem diğer köylülerden farklı bir iş tutmuştur. Osman dedem Galamış değirmenini işletmektedir.
Galamış; Köyden dört kilometre uzakta Datça yarımadasının Güneybatı ucunda, bol debili bir akarsuyu olan, etrafında kekik, adaçayı, defne, harıp zeytin ağaçları ile çevrili, çevresindeki makilerin içinde bolca kekliğin cilveleştiği ve sabah akşam ötüştüğü, yabani domuzların sürüler halinde dolaştığı, tavşan, Karga, boz Potak, Gavsilli, çıralı, sığırcık gibi yabanıl hayvan ve kuşların da bol olduğu bir yerdir. Yukarıdaki suyun gözü ile aşağıda su değirmeninin mekanizmaları arasında en az onbeş metre kod farkı bulunan, bunun sonucu olarak da suyun basıncının çok yüksek bir şekilde değirmen çarkını çevirmesinden dolayı suyun gücü çok fazladır. Çok ünlü bir değirmen olan GALAMIŞ'ın ün yapmasında biraz da dedemin payı olduğunu düşünüyorum.
Dedem, değirmene gelen müşterilerinin eşeklerindeki yükü hiç kimseden yardım almadan indirip sırasını takip etmek için buğday, arpa çuvallarının üzerine 1, 2, 3 gibi yazıyla değil ama mersin çalısı veya harup yaprağıyla veya birkaç kuru çubukla işaret koyuyor. Yoldan gelen müşterilerinin eşeğini güvenli bir yerde gölgeye uzunca bir ip ile ayağından bağlıyor. Üzerinden semerini alıp harup veya zeytin ağaçlarından birinin dalına yerleştiriyor, böylece hayvan da rahat hareket edip istirahat etmiş oluyor. İsterse de sere serpe yere uzanabiliyor. "Semeri alınmış eşek gibi" deyimi de buradan geliyor herhalde. Suyla doldurduğu el yapımı ahşap kovayı yanlarına bırakıyor. Müşterisine de sepette defne yaprakları ile basılı olarak harup dalına asılmış incir sepetinden bir avuç kavrulmuş incir veriyor. Bunu istemeyenler için alternatif olarak ellerine birkaç harup vererek küçük bir taşla ezmeleri için onları taştan el yapımı olan keşkek dibeğine doğru yönlendiriyor. Dedem müşterisine de eşeğine de ilgi gösteriyor.
Dedemin değirmeni namlı ama müşterisi bol. Çünkü çuvallara konan un kalitesi diğer değirmenlerinkinden farklı. İyi bir yufkalık un çıkıyor. Peksimet yapmak istenirse ilki çalısıyla (menengiç) ile kaynatılan suyla yoğrulan hamur pek güzel kokulu ekmek oluyor. Süngerciler sefere çıkmadan eşlerine yaptırdıkları, ihtiyaç duyduklarında deniz suyu ile ıslatıp yedikleri peksimet somunlarını hep bu değirmenin unuyla yapılmasını tercih ediyor. Buraya kadar her şey güzel. Datça yarımadasının bu ücra köşesinde her şey görüldüğü gibi güllük gülistanlık gitmiyor. Dedemin bir belalısı var. Adı: Sidikli Eleni.
Eleni, Rum asıllı bir ailenin kızı. Aile zoruyla varlıklı diye köydeki Memed ağanın oğlu Ali ile evlendirilmiş. Bu evlilikten Eleni hiç hoşnut değil. Çocukları olmuyor. Ama ne yapsın Eleni, köy yerinde herkes onların bu mutsuzluğunu sezinliyor ama hiç kimse lafı oralara getirmiyor. Eleni, bir yolunu bulup dedemin güçlü kuvvetli kollarında mutluluğu yakalamış, fırsat buldukça dedem, fırsat buldukça Eleni birbirlerini ziyaret eder olmuşlar. Harup dibinde, Guylucak çeşmesinde, Goca daşın altında, hava kötü ise, İndibinde buluşuyorlar. Eleni'nin mutluluğu gün geçtikçe etrafındakilerce hissedilir bir halde artıyormuş. Ama uzunca bir süredir görüşemiyorlarmış. Yaklaşan Kurban Bayramı nedeniyle dedemin işleri talepten dolayı artmış. İşlerin aksamaması lazım. Var gücüyle gece gündüz çalışıyor. Eleni'nin yanına gitmeye zaman yok. Değirmenin ağzına döktüğü buğday, arpa, mısır çuvallarını kenara koyup, parmaklarının ucuyla aldığı unun öğütülme kıvamını ölçerek sudeğirmeninin çevirdiği yuvarlak taşa ayar veriyor. Tahılın homojen bir şekilde taşın önüne düşmesi için iğneciğine bakıyor, bu işler hassas işler. Dedem bu konuda uzmanlaşmış. Günümüz modern un fabrikalarından daha hassas çalıştırıyor Galamış değirmenini.
Bu arada, Eleni de olayların farkında. Eşeğine buğdayını, arpasını, mısırını yükleyerek değirmene gidiyor. Un ettirecekler, gelen bayram. Eleni planını yapıyor. Dedemi görecek. Bir yolunu bulup dedemin güçlü kollarına bırakacak ince belli bedenini. Yanıp kavrulmuş Eleni. Eleni'yi ancak dedemin güçlü kaslı kolları kavradığında Eleninin ateşi sönecek. Aniden Ali diye sesleniyor kocasına. Ali şaşkın bakıyor. Eleni konuşmaya başlıyor: "Önümüzde gelen bayram. Gel şu buğdayları eşeğe yükleyelim. Sen bahçedeki patlıcan, biber, domatesleri çapalarken, bende buğdayı Galamış'ta un ettiriveren der." Bu defa kocası Ali başlar sızlanmaya. "Eleni, kız Maria nereden çıktı şimdi bu un işi?" der. Eleni'nin kocası Ali devam eder konuşmaya: "Eleni, ben zerzavatı çapalayıp tekrar kuyudan su çeker sularımda, amma; gün akşam oluyor," der.
Eleni kararlılıkla söylenmeye devam eder: "Bugün yarın derken bayrama çuvalda unsuz mu girelim? Hem komşular ekmek yapıp mis gibi kokuttuğunda biz yutkunalım mı? Gavırmayı domatese sarıp mı yiyeceğiz?" der. Eleni, Galamış değirmenine, değirmenden çok Osman dedeme gitmeye kararlıdır.
Eleni, eşeği yerinden çözüp getirmiş, semerini eşeğin üzerine yerleştirmiştir. Kocası Ali de çaresiz Eleni'ye yardım etmek için buğday çuvallarını doldurur. Eşit ölçüde olmaları için karşıdan göz ucuyla bakar buğday çuvallarına. Her iki buğday çuvalı da denktir. Çabucak buğday çuvallarını eşeğe yüklerler. Yükünü alan eşek harekete geçer ve bahçe kapısına doğru yönelir. Bu arada Ali, Eleni'ye seslenir. "Eleni," der. Galamış değirmeni kalabalıktır. Orada sıra vardır. "Sen eşeği Mırdala'da Çürüğün su değirmenine götür," der. Eleni, "Iııhhh," der. "Galamış’a gidecen. Çürüğün değirmeninde su yoktur," der. Kocası Ali, "Gumyer’de yel (rüzgarla dönen, çalışan) değirmeni var, oraya götür," der. Eleni yine itiraz eder. "Iıııhhh, olan akşam rüzgar birazdan kalır," der. Kocası Ali, Eleni'ye yeni bir alternatif sunar. "Eleeye git (şimdiki Reşadiye). Oradaki değirmenler hep Rüzgar altı der." Eleni'nin cevabı hazırdır. "Oraya varıncaya kadar sabah olur. Hem de çuvallar havanın çiğinden nem alır. Nemli tahılı değirmen iyi üğütemez," der. Bu defa kocası Ali yine sorar Eleni'ye: "Nereye götüreceksin?" Eleninin cevabı hazırdır. "Galamış'a," der. Kocası Ali iyice hiddetlenmiştir. "Basar yaygarayı. Dinine yandığımın karısı, yüklü eşek Datça'ya vardı. Sen hala GALAMIŞ diyorsun," der.
İşte böyle: Eleni Galamış'ta Sadıkoğlu Osman dedeme ulaşır ama arkasında bize böyle bir deyiş bırakır. HALA GALAMIŞ DİYOR.
Kaptan- 8 Mart 2024
Okunma Sayısı: 1093
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.