ETİN EKONOMİK OLMAYAN KISA TARİHİ
20 Eylül 2017, Çarşamba 17:51Et fiyatlarının 200 lirayı aştığı şu günlerde doyasıya et yiyebilmek için kasap olmaktan başka çare kalmadı galiba…Oysa etlerin kuruşla satıldığı Osmanlı İmparatorluğu döneminde kasap olmamak için her çareye başvuranlar vardı.O nasıl şeymiş öyle diye şaşalamayınız!..O devirlerde kasaplar “Gayet maldar ve kasaplığa kadir” kişiler arasından kendi iradeleri dışında Divan-ı Hümayun(Bakanlar Kurulu diyebiliriz.) tarafından bizzat seçilir,emir kendilerine tebliğ edilirdi.Ancak et ticaretinden zarar etmek ihtimali büyük olduğundan kasaplık deyince herkes ürker,kasap olmamak için her yola başvururdu.Tarihçi Ahmet Refik 'in bir eserinde belirttiğine göre kasap olarak seçilen zenginlerden biri bu işi yapmamak için Mısır'a kaçmış,yıllarca orada yaşamış.Ancak kendisinin İstanbul'a döndüğü öğrenilince tekrar kasap yazılarak salhaneye gönderilmiş…Şimdilerde ise kasaplardan vazgeçtik,fiyatların artışını bu kadar sıkı izleyip önleseler bize yine yeter…”
80'lerde Yıllar Boyu Tarih dergisinde çıkan bu yazı pek de bugünden farklı bir durum tasvir etmiyor.Bugün de eti çok pahalı yiyoruz.kilosu 40-50 lira bandında oynayan et insanlık için özel olarak Halkımız için büyük bir önem teşkil ediyor. Heralde artık et yemek için kasaplık da sökmüyor.Çiftlik sahibi olmak filan gerekiyor.
Bir borsanın altında işlenen ve fiyatı belirlenen bu ürün bizim en az 3000 yıldır aşina olduğumuz bir lezzet.Türkistan'daki atalarımız hem Çin ile savaşırken hem de kıymayı,külbastıyı,pastırmayı mutfağımıza sokuyordu.Ne kadar bugün dünyada “vejeteryan-vegan” akımında bir yükseliş sezilse de böyle bir kültür koduna sahip bizim gibi halkların üzerinde pek de etkili olamıyorlar.
Osmanlı'ya geldiğimizde ise et,özel olarak küçükbaş hayvancılık hep bir ekonomik silah ve dinamizm aracı olarak kullanılmıştır.Siyasette de etin fiyatı bir kıyas aracı olarak değer görmüştür.Vaktinde bir sadrazam öldüğünde halk onu “10 paralık ciğeri bize 5 paraya yediren Sadramımız neresin” diye uğurluyordu.Daha sonraki senelerde İngiltere bir ticaret anlaşması kapsamında yetiştirmek amacıyla Anadolu'dan aldığı keçileri Güney Afrikaya götürüyordu.Yukarıdaki pasajda da görüldüğü üzere Osmanlı et üzerine çok düşkündü.Ticaret sisteminde büyük bir yeri vardı.Her mal gibi ona da bir narh-fiyat belirleme- koymuştu.Kasaplar devletin koyduğu narhın dışında et satamazlardı.Bu halkın yanında olan uygulama esnafa zarar veriyordu.Hem bu yüzden hem de yukarıda bahsedilen zorlama yüzünde insanlar kasap olmak istemiyorlardı.Bu yüzden seyyar kasaplar daha çok boy gösterir olmuştu.İmparatorluk içinde etin ticareti de bir sirkülasyona sahip olmuştu.
En iyi et Balkanlar'da yetişirdi ve oranın kebapları da en az Adana'nınki kadar ünlüydü.
Balıklar ise Kırım ve Hazar Denizi kıyısından gelirdi.
Günümüzde ise et daha çok haftada bir lüks olarak yenebilen,özel günlerde daha çok tüketilen,evde değil de dışarıda yenmek istediğinde baya “tuzlu” olan bir yiyecek.
Devlet politikalarını ve ekonomik teorileri bir kenara bırakırsak bu ülkenin bu kendi kendine yetip başkalarına da yetişmesi zorunluluğu ve ayrıca ayrıcalığı var.Bu yüzden devletin sağladığı imkanların sayesinde halkımız da daha çok çalışarak bu sorun çözülmüş olacak.Ne kaçağa ne ithalata gerek kalacak.
Okunma Sayısı: 3754
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.