DATÇALI SABIR AĞACIMIZIN ÖYKÜSÜ (4)
12 Ağustos 2024, Pazartesi 16:07"La havle vela kuvvete" diyerek uzaklardaki beton karmaşasını buruk bir öfkeyle gözleyen, yok olmak kaygusuyla toprağına, nesline ve geçmişine sımsıkı sarılmış, magrur, dik başlı, özgürlüğüne düşkün herkese ve her şeye rest çekercesine başlarını dimdik göklere uzatmış Datçalı sabır ağaçlarımız gerçekten çok zarif...
Ve ben inanıyorum ki, sabır ağaçlarımız da azgın ve tezgin Datça ikliminin ritmine uyarak Datçalılaşmış, şahlanmış, dallanmış budaklanmış, bambaşka bir çehre kazanmış, tavır almış... Ama özünü yitirmemiş, tıpkı Datça hurması gibi...
Dikkatli gözlemlerim, edindiğim tecrübeler sonunda kesinlikle inandım ki, insanlar da Datçalılaşıyor...
Pek sevip saydığım, buram buram insaniyet ve samimiyet kokan eski Datçalı bir Faruk Sarı abimiz var... İlk defa Datça'ya geliş ve buraları yurt ediniş hikayesini anlatmıştı; gerçekten ibretlik...
stanbul'da tanıdığı muhterem bir zat varmış... O kadar muhteremmiş ki, yaz kış takım elbise giyer, ceketinin ön cebinden hafif çıkmış mendili, yakasından gülü ve karanfili hiç eksik olmazmış... Tazminat döneminden kalma tam bir İstanbul beyefendisiymiş vesselam...
Bu zat-ı muhteremi uzunca bir süre ortalıklarda görünmemiş... Tesadüfen, İstanbul'da bir yerlerde bir de karşılaşmışlar ki, adamcağızın saç sakalı karışmış, üstü başı dağınık, ayakta naylon terlikler, kısa pantolon, başta kirli bir şapka... Pek şaşıran Faruk efemiz ağzı bir karış açık, ister istemez sormuş:
Yahu üstad, bu ne hal?
Cevap özlü ve sözlü:
DATÇA'YA YERLEŞTİM...
Faruk efemiz de Datça'ya doğru dümen kırmış...
Kıraç... o... kıraç...
(Sürecek)
Okunma Sayısı: 162
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.