DATÇA'DA BİR BOŞANMA DAVASI
29 Şubat 2024, Perşembe 15:56Öğrencilik maceram bittiğinde. Aileme yük olmayacağım için sevinmiştim. Ancak; ailemin istememesine rağmen gençlik aşkımla evlenmekte ısrar etmiştim. Üç ay gibi kısa bir sürede de boşanmaya karar vermiştim. Datça'da boşanmak için Mahkemeye başvuruyorum, gençlik işte. Neden evlendim? Neden boşanıyorum? Datça'nın ilk ve tek avukatı olan Datça'mızın medarı iftiharı, Sinyor Günay dayımın da yakın arkadaşı; Av. Y. Ziya ÖZALP boşanma dilekçemi yazıyor. Ama bu kadar. Avukat olarak duruşmalara girmeyeceğini belirtti. Ne yaptıysam ikna edemiyorum. (Bunun nedenini yıllar sonra kendisinin itirafı ile öğrenecektim. Dilekçemi kendi ellerimle şimdi harap halde bulunan: Esen Adadaki hükümet konağında bulunan Asliye Hukuk hakimliği ne götürdüm. Hakime götür. Okusun dediler. Datçalının Koca hakim diye bildiği Nusret bey Duruşma salonunda sandalyesini pencereye doğru yan çevirmiş elinde Cumhuriyet gazetesi ile yan dönüp gözlüklerinin üzerinden bana bakarak ne var gibisinden hafifçe başını salladı. Ben elimdeki Av Y. Ziya Özalp in benim için yazdığı dilekçeyi uzattım hafifçe göz gezdirdi (Eminim tamamını okumadı) katibe bırakmamı istedi. Bıraktım. Şimdi ne olacaktı? Süreç nasıl işleyecekti? Ne zaman boşanmış olurum? Bu gibi soruları peş peşe soruyorum amma katip İlhan ketum birisi. Hiç ses çıkarmıyor. Bu Sonra sessizliğini bozup bekle bakalım biraz dedi. Küçük bir kağıt aldı eline. Şimdi postaneye git 2 tane posta pulu al; tebligat için dedi. Bilmem ne kadar damga pulu dedi. Damga pulu da neyin nesi? Ama soramıyorum. Zaten katipte ser verip sır vermiyor. Konuşmuyor adam. Gelirken de Gambur'dan 2 tane soğuk içecek al benim hesaba yazsın dedi. Öyle elinde sallandırıp gelme bir şeylere sarsın dedi. Henüz plastik poşetler yok. Datça 'da Kamburda soğuk yoksa ( veresiye vermezse demekti.) Sakallı Adem den al o verir ben aybaşında öderim dedi. Zaten bende mevzuyu anladım. Gelirken bana iki bira alıver demek istiyor. Almasına alacağımda birde bana neler olur? Olaylar nasıl gelişir? Bu işin adabı nedir? Bir anlatsa. Yapmıyor işte. Ben şöyle düşünüyorum: Bizimki yıldırım aşkıydı, yıldırım evlendik, yıldırım boşanırız. Ben öyle olur diyorum ama daha önce evlenip boşanmadığım için bilmiyorum. Tecrübem yok işte. O iş öyle olmazmış. On sekiz ay mahkemeye gide- gele bunu da öğrendim. Okul maceram: Evden, bulunduğum şehirden uzaktaydı. Taa Söke'de. Muğla'da, Marmaris'te, Fethiye'de meslek lisesi yok. Muğla'da var ancak elektrik bölümü yok. O yıllarda 1975 yılında başladığım okulumu, aşk meşk derken 1981 yılında bitirmiştim ve hemen sevdiğimi sandığım kadınla evlendim. Aynı yıllarda Datça belediyesi de: Jeneratörden kurtularak ulusal elektrik şebekeye bağlandığı için okul mezunu diplomalı bir elektrikçi istihdam etmek zorunda kalır. Elektrikler özelleştirilmemiş olduğundan bu iş belediyenin sorumluluğundaydı. Elektrikçi olarak etrafta benden başka da yok gibiydi. Hatta yoktu. İş başı yapmalıydım ancak o yıllarda elle yazılan nüfus cüzdanımda ATİLA olarak yazılan ismim Diplomama çift ( L) ile ATİLLA olarak yazılmıştı ve sonuçta 1975 te başlayıp 1981 de almayı hak ettiğim diplomam isim düzeltilmesi için Bakanlığa gönderilmişti. Yapacak bir şey yok. Bekleyeceğim. Ancak Datça Belediyesi beklemek istemiyor. Bir yazı ile diplomayı hak edip etmediğimi, soruyor Söke deki okuluma. Durumu öğrenince bana işbaşı yapmam için İTA emrini (işbaşı) imzalatıyor. Hemen Datça İskele mahallesinde bir ev arayışına giriyorum. Çünkü Reşadiye, Eski Datça mahalleleri ulaşım sorunu olduğundan pek uygun değil. Tek ulaşım aracı belediye ye ait olan Ford minibüs var. Şoförde belediye çalışanı. Eski Datça mahallesine yolcu yoksa girmez. Müşteriler dur dediğinde kendince durak olarak belirlediği yerlere gelmeden durmazdı. Durak olarak: İngiliz'in kahvesi, kamburun dükkanı, Sterlin market, Kasap Osman Kaya, ve Mapushane önü Eski Datça yolu, Benzinlik, Dörtyol, veya Erol un lokantası, Reşadiye kahvesinin önü, gibi belirlediği yerlerde durup yolcularını indirip bindirmek isterdi. Bu durakların arasında bir yerde inmek isteyen olursa da; Esprili bir şekilde ''Bu arabanın frenleri tutmuyor ''deyip durmak istediği yer olan bir sonraki durak bellediği yere kadar giderdi. Bu davranışı da, halkın şikayet etmesine neden olurdu. Ama yapacak bir şey yoktu. Ben İskele Mahallesinde; Arap hoca ve eşi Beyhan hanıma ait olan hastane ile Lise arasında kalan bir odalı ve duş WC si olan bir ev kiraladım. Belediye Ekmek fırınıda bana yakındı (şimdiki Bülent Ecevit Kültür merkezinin olduğu yer. İşletmesini de Rahmetli Nevrez kaptan ve esprili konuşan oğlu Kaptan işletiyordu. Nevrez amca kadınlara (PAVURYA, yengemin azmanı)? Derdi. Sabaha doğru kapasitesinin üzerinde yükledikleri hamur karma makinası sigortaları attırırdı. Onlar da yattığım yeri bildiklerinden penceremi tıklayarak beni uyandırır sorunu çözmemi isterlerdi. Mükafatımda ilk çıkan sıcak ekmekle tereyağı, poğaça veya simit ve sıcak bir çay ile keçi peyniri olurdu. Bunları yiyip içince sıcak fırında bir sandalye üzerinde biraz daha uyuyup işe giderdim. Evim Müstakildi ve kapısı direk caddeye açılıyordu. Yine aynı yıllarda Datça hastanesine Dişçi olarak gelmiş ve yan taraftaki 2 odayı da kiralayarak Datça'nın ilk diş Kliniğini açan Dişçi Emin le komşuyum. Dişçi Emin'de geceleri evine gittiğinden Bankadan kredi çekerek aldığı dişçi koltuğunun benimle komşu olmasından; Güvende olduğunu düşünüyordu. Daha sonra da Arap hoca bulunduğum yeri ticari olarak birisine vereceğini belirterek benden kira almayacağını ancak evi hemen boşaltmamı istedi. O yıllarda bile Datça'nın kiralık ev sorunu var ve ben Fenerci Selahattin amcaya ait olan şimdiki (Kumluk plajındaki Hüsnü'nün Yeri) restoran'ın olduğu yere taşındım. Kış aylarında hüzünlü bir havası vardı ama ben çok sevmiştim o evimi. Taş evdi. Yine bir oda ve WC duş ile kapı girişinde ayakkabı çıkarabileceğim 2 metre karelik bir boşluğu vardı. Yakında başka ev olmadığından arkadaşlarımla benim evde toplanıp şarap içerdik. Eşimle hiç bir arada yaşamadan boşanıyoruz. Sadece Nikah olmuştuk. Arkadaşlarımda bu durumu bilmiyordu. Bundan dolayı benim ev bekar eviydi. Eşyalarım; yaylı bir yatak, bir sandalye, elektrikli soba. Tencere tava ve bir piknik tüp ile bolca su bardağı (şarap içmek için) ibaretti. Arkadaşlarım gittiğinde. Yatağımın altındaki zulamdaki içeceğimi açar, erme çatma modifiye edilmiş oto radyo teybe: Zeki Müren den; Ben seni unutmak için sevmedim, Esengül den: Taht kurmuşsun kalbime, Adnan Şenses den: Neden saçların beyazlaşmış Arkadaş, gibi sanat müziği dinlerken; Yudumladığım şarap bardağını o küçük, ama güzel ahşap çerçeveli pencere boşluğuna koyar dışarıyı seyredip dalgaların sesini dinlerdim. Dışardaki havada benim iç dünyam gibi bazen sakin ve pürüzsüz bir deniz, bazen de gök gürültülü ve şimşekli olurdu. Bazen de bu hava durumu benim ne kadar içtiğime bağlı olarak değişirdi. Ne kadar içsem de her sabah kumluk sahiline vuran dalga sesleriyle uyanmak bana huzur verirdi. Datça belediye elektrikçisi olarak işbaşı yapmam kendime olan güvenimi bir kat daha arttırmıştı. Hem Datça'nın aradığı, ihtiyacı olan bir memurum. Hem de idealist bir Datçalı olarak herkesin işine koşmaktan, onlara yardımcı olmaktan zevk alan bir kişi. Hem de cebimde param olmasa da bana veresiye sigara verecek Sterlin market (şimdiki Vakıf bankın olduğu yerdeydi). Hemen yanı başımda bugünlerde yıkılan Kazım Yılmaz İlkokulunun olduğu yerde; Datça'nın ilk ve yabancı turistlere hizmet veren Küçük Ev Restaurant bulunuyordu. Küçük Ev Restoran yemek servisinden sonra, o yılların ve Datça'nın ilk disko barına dönüşüyordu kamburun dükkanı, Coşar market, üzerimdeki kıyafetleri yenileyecek Sevil Butik (Garagız) şimdiki Knidos taksinin karşısında derme çatma sunta ve profil ağaçtan yapılmış olsa da çok güzel kiremitli bir çatısı vardı. Param olduğunda ödemek üzere zaman zaman yiyip içtiğim Sakallı Adem Coşar' ın lokantası, sabahları çorba içtiğim küçücük barakada eşiyle hizmet veren Adem Yalçınkaya ve karşısında bütün dedikoduların dillendirildiği kimin nereye hangi taksici ile hovardalığa gittiğinin konuşulduğu, (Genelde Doktor Ali )kimsenin kimseye darılıp gücenmeden gevezelik ile, ilk muhabbeti ilk başlatan kahvenin işletmecisi olan İngiliz'in kahvesi vardı. Arananların sorulduğu, uzun zamandır görünmeyen kişiler için istihbaratın yapıldığı , Datça'ya ilk gelenlerin; Hangi arabayla geldiği ve hangi otelde kaldığı, Datça ya ne amaçla geldiği bu kahvenin müdavimleri tarafından bilinirdi. Bundan dolayı da kim kimi ne amaçla ararsa arasın ilk geldiği yer İngiliz'in kahvesiydi. Benim işim gereği bu esnafların kapıları bana hep açıktı ve ismini sayamayacağım bir çok sevimli esnaf ta kredim hep vardı . Maaşımı alınca ilk işim borçlarımı ödeyip rahatlamaktı. Bundan dolayı gece gündüz kapım çalınıyor. Bazen öğle yemeğimi kapımı arkadan kilitleyip yiyorum. Evde olduğumu bilmesinler diye ses seda vermiyorum. Günler gelip geçiyor; Boşanacağım nikahlım; Ben eşimi seviyorum boşanmak istemiyorum, diye bir dilekçe göndermiş mahkemeye. Oda ödemiş in bir köyünde köy ebesi olarak çalışıyor. Tabii oda gurur meselesi yapıyor. Kabahatin sahibi bulunmaz denir böyle durumlarda. Kim haklı kim haksız karışmak istemez bizim halkımız. Boşanmam diyor. Durumlar bu şekilde; Tebligat ulaşmadı, adli tatil, Hakim hasta karşı taraf raporlu vs. derken ben bitirmeliyim şu işi diyorum. 2 yıldır Datça'da Belediye elektrikçisi olarak çalışıyorum. Herkes beni iyi tanıyor. Datça halkı Kaymakamı tanımıyor, ama elektrikçi Atilla'yı herkes tanıyor. Bu kariyerimin boşanmama yardımcı olması lazım. Diye düşünüyorum. Bu fırsatı değerlendirmeliyim. Ayda bir iki ayda bir yapılan duruşmalarda kendimi ifade edemediğimi düşünüyorum. Av. Ziya ÖZALP benim avukatlığımı yapmalı. Ona ne kadar para isterse ödeyeceğim. Sinyor Günay dayımı da yanıma alarak Ziya abiye gittik konuyu açtım. Ziya abi kararlı olduğumu görünce avukatlığımı yapmayı kabul etti. (Daha önce kabul etmemesinin nedenini de açıkladı) biz gençmişik barışabileceğimizi düşünmüş. Biz eşimle barışırsak; Dayım Sinyor Günay la bizi ziyaret ederlerse eşimin yüzüne bakamazmış falan filan. (işte dedim sevgili dayım Sinyor un avukat arkadaşı Ziya abi bu.) Çok ince düşünceli bir insan. Şimdi avukatlığımı da yapacak. Heyyyt işler iyi gidiyor gibi. Şimdi sırada hakim var. Koca hakim onunla mahkeme dışında konuşmalıyım. Takip ediyorum. Her gün mesai bitiminde Esen Adada bulunan ofisinden çıkarken; Üzerine Sümerbank pardesüsünü giyip İstanbul beyefendileri gibi fötr şapkasını hafifçe sağa yatık olarak başının üstüne koyar, sol koltuğuna da Cumhuriyet Gazetesi'ni sıkıştırıp iki eli perdesüsünün ceplerinde olarak; Bardaktan dökme gibi yağmur yağsa da adımlarını sıklaştırmadan kağnı gibi yavaş yavaş yürüyüp Sakallı Adem Coşar' ın lokantasında bir kaç kadeh atar evine öyle giderdi. Çevredekilerle hiç muhatap olmaz hafifçe başını eğer ve gülümseyerek çevresindekileri selamlardı. Sakallı Adem onun ne yiyip içtiğini bildiğinden, sipariş vermesini beklemeden kafasına göre içki ve meze servisi yapar. Koca hakim de hiç itiraz etmeden yer içerdi. Koca hakim zamanı geldiğinde, sandalyesinden kalkıp etrafını selamlar ve giderdi. Herhalde hesabı oda benim gibi aybaşında ödüyordu. Kendi aralarında anlaştıkları bir işaretleşme yapıp giderdi. Duruşma gününden bir gün önce; özellikle bu rutini takip ettim. Hafif yağmış çiseliyordu ama koca hakim hiç hızlanmadan ağır adımlarla geliyordu. Beni görüp görmediğinden emin değilim amma; Ben koca hakimden sonra girmeliyim Sakallı Ademin lokantasına. Hemen Garagızın (Sevil Butik) vitriniyle ilgileniyormuş gibi yaptım. Göz ucuyla da hakimi gözetliyorum. Evet tam düşündüğüm gibi Sakallı Ademin lokantaya girdi Koca Hakim. Ona masasını seçmesi için zaman tanıdım. Çünkü bende hemen yanındaki masada yerimi almak istiyordum. Ben lokantanın kapısından içeri girdiğimde, Hakim 6 kişilik bir masaya tek başına oturmuştu. Bende hemen onun yanındaki masaya Koca Hakimi selamlayarak oturdum. Sakallı Adem Koca hakime içeceğini ve mezesini hazırlamak için mutfağa gittiğinden benim oturduğumu görmemişti. Koca hakimin servisini verdiğinde bende bir şişe Sevilen şarabı ve köfte istedim. Benim siparişlerde geldi. Yemeğimi yiyip şaraptan bir bardak içmiştim. Başımı hafifçe sola çevirip Koca hakime, nasılsınız hakim bey dedim. O da boş bulunup bana cevap verdi. İyiyim evlat sen nasılsın? dedi. Başladık konuşmaya: Nasıl olsun efendim dedim biliyorsun mahkemem bir türlü bitmedi. Bu beni çok üzüyor dedim. Bu arada şişemden bardağıma şarap doldurdum ve hafifçe sola kayarak benim masanın sol ucuna yaklaştım ama tam köşesinde değilim. Hakim bu arada bir soru sordu. Senin hanım nerede çalışıyordu? dedi. Ebe efendim dedim Uşak'ın bir köyünde; Köy ebesi dedim. Hafifçe sağ kaşını yukarı kaldırıp geriye yaslandı. Önündeki içeceğinden bir yudum içti. Peynir tabağından bir parça peynir attı ağzına. Ağzını peçete ile sildi. Tekrar bana doğru dönerek. Bak dedi, ikinizde gençsiniz, eşinizi de buraya davet ederiz. Tayinini Datça ya isteriz. İkinizde çalışır gül gibi geçinirsiniz dedi. Hemen itirazımı yaptım. Olmaz efendim dedim. Eşim isterse tabi ki buraya gelebilir. Benim evde kalabilir ama ben aynı evde kalmam dedim. Onun pişirdiklerini de yemem dedim. Hakim neden yemezsin dediğinde ben 3'cü bardağı doldurup masamın sol köşesine gelmiştim. Hakimle yan yana sayılırız. Bu hareketimi gören Sakallı Adem, bastı yaygarayı. ''Hop hop başka masaya müdahale etmeyelim'' dedi. Duymamazlıktan geldim. Bardağımdan bir yudum alarak başladım anlatmaya: Hakim bey dedim. Bu hanım bana iftira attı. Ben öğrenciyken beni asker kaçağı diye şikayet etti. Onu Ödemiş'e ziyarete gittiğimde beni yakaladılar. Öğrenci olduğumu söyledim. Ama derdimi anlatamadım. Beni nezarete attılar. Ödemiş'ten Datça Askerlik Şubesine, durumumu bildirmeleri için yazı yazılıyor. Datça'da askerlik şubesi olmadığından yazı Marmaris Askerlik Şubesine gönderiliyor. Marmaris Askerlik Şubesi Datça'ya bilgi veriyor ve askerlikle ilişiğim olmadığı yazısı geldiğinde ben 18 gün nezarethanede yatar durumdaydım. Olmaz dedim. Ben bu hanımı boşayacağım. Bu arada 3'cü Bardağı bitirmiş şişede ki son şarabımı da bardağıma koyarak , 3 bardak şarabın verdiği cesaretle hakimin masasında hakimin karşısına oturmuştum. Sakallı yine yaygara ediyor HOOP HOP başka masayı rahatsız etmeyin, herkes yerine diyordu. Ama nafile ben duymuyorum. Hakime ne anlattıysam en sonunda ben bundan boşanıp başkasıyla evleneceğim dedim. Herhalde Koca hakim laftan anlamaz olduğumu, bana söz geçiremeyeceğini anladı. Haklısın oğlum dediğini duydum. İşte zafer benim dedim içimden. Yarın Avukat Ziya abimde yanımda olacak bu iş bitecek diye düşünüyorum. Duruşma günü erkenden kalkıp tıraş oldum, duş yaptım, Sevil Butik ten veresiye aldığım takım elbiseyi giydim. Görenler beni Datça'nın en masum kocası sanacak. Esen Ada'daki Hükümet Konağının koridorunda, toplam 7 kişiyiz memurların içtiği çay kahve kaşık tıngırtısı bittiğinde sessizliği mübaşirin cırtlak sesi bozdu.
Davacı; Aslan Atilla YORULMAZ
Davalı: Fatma
Avukat: Y. Ziya ÖZALP
Önde mübaşir hepimiz peş peşe içeri giriyoruz ama, aramızsa davalı Fatma yok. Duruşmalara hiç gelmedi zaten. Bize gösterilen sandalyelere oturuyoruz. Katip İlhan küçücük boyuyla taşımakta zorlandığı daktilo ile geldi masasına yerleşti. Çekmecesinden çıkardığı A-4 kağıtlarının arasına karbon kağıtlarını itina ile yerleştirdi ve daktilosuna taktı. Hakimin yüzü pencereye dönük ve pencereden dışarıyı seyrediyor. Görünen manzara harika. Karşıdaki SYMI adası çok yakındaymış gibi görünüyor. Açık olan pencereden rutubetli duruşma salonuna denizden mis gibi bir iyot kokusu geliyor. Katip İlhan hazır olduğunu belirtmek için daktilo makinasıyla bir hareket yaptı caaaart cuuuurrt, tıkı tıkı tıkı, çaaat. Bu sesi duyan hakim sandalyesini düzeltip masasına iyice yerleşti. Masanın üzerindeki kırmızı renkli yarım kapak dosyayı açtı baktı yüzünü buruşturdu. Duruşmayı açıyorum dedi. Ziya abi oturduğu sandalyeden ayağa kalktı. Ben ne oluyor derken mübaşirin kolumdan tutarak benimde kalkmamı istediğini anladım ve ayağa kalktım . Avukat Ziya abi benim sol tarafımda. Hakim: Katip İlhana talimat veriyor. Yaz. Gereği düşünüldü, çat, çat, tık, çat. Tebligatın Davalıya ulaşmadığı anlaşıldığından çat, çat, çat. Davalıya yeni tebligat düzenlenerek . Çat, çat, tık, gönderilmesine çıt, çıt, çat. Tebligat masraflarının davacıdan alınarak kayda geçmesine, çıt, çıt, çıt, Duruşmanın filanca tarihine ertelenmesine. Çıt, çıt, çıt. Oybirliğiyle karar verilmiştir, dedi. Ve elindeki çekice benzer tokmağı masaya vurup. Bizlere bakarak, sözü olan var mı? dedi Koca hakim. Avukat Ziya abim var. Yanımda ne denir ne söylenir böyle durumlarda ben nerden bileyim. O konuşsun diye düşünüyorum. Baktım ki Ziya abim bir şey söylemiyor. Ben sağ elimi kaldırıp, var dedim Koca Hakim söyle deyince , başladım anlatmaya. Hakim bey işte dün anlattığım gibi. Bu arada Av. Ziya abi habire sağ elinin tersiyle bana vuruyor. Ben devam ediyorum: Bana hak vermiştiniz, haklı olduğumu söylemiştiniz diyorum. Ziya abinin beni uyarması acı vermeye başlamıştı. Sol bacağımı yumrukluyordu. Ama ben durmuyorum. Habire bir önceki akşam Sakallı Adem'in orada aramızda geçen konuşmalardan bahsediyorum. Koca hakim elindeki tokmağı bu defa biraz daha sert masanın üzerine vurarak, bana baktı ve şöyle dedi ''OĞLUM ORASI MEYHANEYDİ, BURASI DURUŞMA SALONU'' Yarım kapaklı dosyayı Katip İlhan'ın önüne attı. Bizlerde mübaşirin desteğiyle kapıya doğru yönlendirildik. Koridor da Avukatım Ziya abi sinirli bir şekilde; ''Ben kaç yıllık avukatım Hakimle böyle konuşamam, sen nasıl böyle konuşursun'' gibi bana sitem ediyor. Konuşurum tabii dedim. Problem senin değil benim problemim. Bu mahkeme bir tebligattan dolayı 1 ay daha uzayacaktı. Aslında ben bir önceki duruşma sonucu Katip ilhana tebligat parası ödemiştim. Tebligatın neden yapılamadığını anlamıştım. Benim ödediğim para tebligata değil, Katip İlhan'ın bira parasına gitmiş. Mahkeme 1 ay sonra sonuçlanmıştı. Benim boşanmam kabul edilmişti. Eşime 1 yıl evlenmeme cezası verilmişti. Koca hakim (Nusret)in ve Adalet sarayı mensuplarının anısına saygıyla.
10/ŞUBAT/2024/Datça
Okunma Sayısı: 2737
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.