Datça’da, Bir Arkeolog, Bir Müzeci, Bir Kültür Adamı
26 Eylül 2024, Perşembe 08:21İstanbul Kuzguncuk’ta 1936’da doğan , çocukluk günlerini,, dahası yaşamının askerlik için Urfa’da ve Kayseri Müze Müdürlüğü’ne tayin olması nedeniyle birkaç yıllık ayrılık dışında İstanbul’da yaşamış. Yıllarca Ayasofya Müzesi Müdürlüğü yapmış, İstanbul sevdalısı Erdem Yücel’i, günümüz İstanbul kalabalığı 12 yıl önce Ege’nin Datça’sına kaçırmış. Turizm, kültür, tanıtma konularında Datça havadis gazetesindeki köşesinde sürekli yazan Erdem Yücel üstadımla bir buluşmamızda bir söyleşi yapmaya cesaret ettim. İlgi ile okunacağını düşünüyorum.
ERDEM YÜCEL ile bir söyleşi
Adil Çulhaoğlu : Sagalassos’u kazan Belçikalı profesör Marc Waelkens’nın, Truva ile ilgili bir çizgi romanı 6 yaşında okuyup babasına’ bir gün Türkiye’ye kazı yapmaya gideceğim’ diye başlayan bir arkeolojiye yolculuk hikayesi var. Sizin de Arkeolojiyi seçmenizde bir hikayeniz var mı? Tesadüfler mi?
Erdem Yücel :.Benim böyle bir hikayem yok., ancak liseyi bitirdikten sonra İstanbul hukuk fakültesine girdim, beni cezbetmediği için bir yıl lise mezunu olarak yedek subaylığa gittim. Dönüşümde, babam mimardı, halam da ressam İbrahim Çallı’nın öğrencisiydi, evde kültür ve sanat konuşulduğu için mimari yeteneğimin olmadığını anlamıştım, arkeolojiyi seçtim. Arkeoloji unvanı olarak hoşuma gidiyordu.
Çulhaoğlu: Çocukluğunuzun 2.Dünya savaşı yıllarında geçmesi sizde derin izler bırakmış olduğunu görmek mümkün. iİk anda hangi anınız aklınıza geliyor acı ya da tatlı..
Yücel: Çocukluk yıllarım tamamen 2.dünya savaşı içinde geçmişti. Evde konuların başında savaş haberleri gelirdi. Kaldı ki, babam yedek subay olarak, savaş boyunca, mimar sayısı ülkemizde az olduğu için savaş boyunca askerdi ,yüzbaşılığa kadar yükseldi. Onunla beraber almanların sınırımıza dayandığı günlerde Kırklareli’nde idik. Ordumuz geri çeklince, Büyükçekmece’den Saroz körfezine kadar uzanan avunma tesislerini babam inşa ettirdi. Bu dönem sürekli yanındaydım .Ayrıca Kuzguncuktaki evimizin karşısındaki tepede uçak savar birliği vardı, o yıllarda zaman zaman İstanbul’a gelen alman keşif uçaklarına ateş açılırdı. geceleri karatma olurdu, gökyüzünün ışıldaklarca tarandığını görürdüm. O yüzden oyuncaklarımın hepsi savaş araç gereçleriydi. Daha ilginci 2.dünya savaşı hakkında ne kadar kitap varsa okudum, film ve belgeselleri defalarca seyrettim, hala da seyrederim. Bu yüzden alman generallerin adları, cephe harekatlarını hala aklımdadır.
Çulhaoğlu: Yazdığınız yazılar kültürün her dalına uzayan geniş bir yelpazesindeki konuları kapsadığını gördüm. Arkeoloji, müze uzmanlığı, müzecilik idarecilik yanında özellikle İstanbul’un mimarisi dikkat çekiyor. Babanızın mimar olmasının etkisi mi? Bir gezgin olsaydınız İstanbul’da ilk göreceğiniz hangi yapı olurdu, neden?
Yücel: Tabii babamın mimar olmasının etkisi büyüktü, mimariye ilgimde ama gerçekte gazeteci olmak istiyordum. hatta ilk yazım ilkokulda bilmece dergisinde yayınlanmıştı, ama Arkeoloji bana gazeteciliği unuturdu. Taa ki, arhitekt dergisinde Bursa Ulucami Restorasyonu, ki babam restore ediyordu ,konusunda makale yazınca gazetecilik hevesim yeniden ortaya çıktı, derginin her sayısında, 1980’de kapanana kadar sürekli yazdım. Üniversite yıllarında, Yeni İstanbul gazetesinin 60’lı yıllarda muhabirlik sınavına 5 dakika geç gittiğimiz ,arkadaşım Yılmaz Nuşen ile beni almadılar. Yıllar sonra Yılmaz Milliyetin spor yazarı, ben de Yeni İstanbul’un köşe yazarı olarak 1970li yıllarda yazı yordum, gazetede odam da vardı. Ben, Makale konularımı bir mesleki ,bir de gazeteci kimliğimle yazdım, yazıyorum. .
İstanbul’a gitsem, ilk önce, 10 yılı aşkın süre müdürlüğünü yaptığım Ayasofya’yı, sonra da 1940’lı yıllarda ayakta kalan 4 duvarına dayanarak yeni baştan babamın restore ettiği Üsküdar’daki Şemsi Paşa Külliyesi’ni ziyaret ederim.
Çulhaoğlu: Yıllarca Ayasofya Müzesi Müdürlüğü yapmanızın müzecilik yaşamınızın tepe noktası olmuş. Ayasofya’nın mimari ve tarihi önemi yanında, başka bir yapıda göremeyeceği, hangi özelliği gezenleri cezbediyor?
Yücel: Ayasofya, Bizans ve Osmanlı mimarisi başta olmak üzere iki kültürü bir araya getirir, birleştirir. Ayrıca Bizans resim sanatını en güzel şekilde yansıtır.
Çulhaoğlu: Erdem Yücel ismine baktığımda, yaşamınız 3 evrede yoğunlaşıyor. 2. Dünya savaşları yılarındaki Çocukluk ve ilk gençlik yılları; Arkeoloji, Müzecilik, idarecilik ve bürokrasideki yaşadıklarınız ve Biriktirdiklerinizle yazmaya başlamanız, çeşitli mecralarda yayınlanmış makaleler, kitaplar ile dolu günümüze ulaşan evre. İlk makaleniz hangisi, ilk kez makalenizi yayınlanmış haliyle okuduğunuzda hissettikleriniz. Tabii basılan ilk kitabınız hangisiydi ve elinize aldığınızdaki duygularınız…
Yücel: Gazetedeki ilk makalem, Tercüman gazetesinde Boğazdaki Kayalar Mescidi.. ilk yazım çıktığında gazetede kaç defa okuduğumu hatırlamıyorum. Dergilerde ise ilk makalem hayat tarih mecmuasında ’hat sanatı’ idi. İlk Kitabımım Çelik Gülersoy’un önsözünü yazdığı Boğaziçi Koruları… oldu. kitabımı elime aldığımda çok mutlu olmuştum, dahası bu kitap sonraki kitaplarımı yazmamı teşvik, bana büyük moral verdi.
Çulhaoğlu: Çoğumuz, yurtdışı gezilerimizde çeşitli ülkelere kaçırılan eski eserlerimizi hepimiz gördük Berlin’deki, Bergama altarı, Londra’da Knidos aslanı gibi…Bazıları birinci dünya savaşı yıllarında ülkemizin işgal altındaki yıllarda çeşitli yerlerde, Çanakkale’de olduğu gibi yapılan arkeolojik kazı yapılarak kaçırılmış…Bir de Truva gibi zamanın padişahının fermanı ya da izniyle götürülenler var…Bu konuda ne düşünüyorsunuz.
Yücel: O zamanların devleti yönetenlerin kültürün bilmedikleri için değerini de bilemediler. fermanla verilmiş izinle, Bergama Altarı, Knidos aslanı, Maraş Aslanı ve Ksantos kabartmaları gibi eserler yurtdışına götürülmüş. Osman Hamdi bey bu konuda nizamname hazırlayarak eserlerin kaçırılmasını önlemeye çalışmış, ama tam da başarılı olamamış. İstanbul’daki esas tarihi soygun haçlıların 120 4 yılındaki işgali sırasında Bizans eserlerin talanıdır. Ayasofya’da hiç Bizans ikonası bırakmamışlar. Vatandaşlarımızın ya da toplayıcıların müzelerimize getirilen eserin fiyatlarının piyasa fiyatı üzerinde satın alınması, müzelere daha fazla eserlerin getirilmesini önünü açar, yurtdışına eserlerin kaçırılmasında önleyici etkisi olur.
Çulhaoğlu: Değişik tarihlerde de olsa en fazla,10 yıl Ayasofya Müdürlüğünde bulunmuşsunuz. Seyahat ettiğim bir çok şehirde, Özvatan, Boğazlıyan, Kadirli, Tarsus gibi yerlerde tarihi tapınak, kilise sonra camiye çevrilerek günümüze ulaşmış dini yapılar gördüm. Hatta Tarsus’ta tapınaktan kiliseye, camiye, şehrin her el değiştiğinde tekrar, kiliseye ve camiye çevrilen camii var. Dini yapılara her toplum tarafından saygıyla davranıldığını görmek mümkün. Ayasofya’nın konumu ve farkı nedir?
Yücel: Osmanlılarda, bir şehir ele geçirildiğinde, şehrin en büyük dini yapısının camiye çevrilmesi adettir. İstanbul’da da Ayasofya buna bir örnektir, ancak dini yapıda önceki döneme ait izleri yine adetten olduğu için izler yok edilmemiştir. Örneğin Ayasofya’da mozaikler, freskler korunmuş, sadece ince bir sıva ile kapatılmıştır. Osmanlıda dini yapılara verilen böyle bir değer ve saygı vardır.
Çulhaoğlu: Bir Müze Müdürünün Anıları kitabınızda 1992 yılında Kayseri’ye sürgüne gönderilişinizi, oradaki yaşamınızdan kesitler okurken, resmi plakalı bisikletten söz ediyorsunuz.. Bu bisiklete bindiniz mi…Resmi otomobilden resmi bisiklete ? sonra neler hissettiniz?
Yücel:Evet müzenin remi plakalı bisikleti vardı.Ben binmedim, evrak memurumuz kültür müdürlüğü ve valiliğe evrak götürüp getirmek bisikleti kullanıyordu. Müzenin de resmi arabası yoktu. Bisiklet ehliyetim de vardı, ilkokulu bitirdiğimde bisiklet hediye edilince. Keşke binseydim diyorum şimdi.
Çulhaoğlu : ilk makalenizin Tercüman gazetesinde 1969 yılında yayınlanmasıyla günlük siyasal yaşam ve kültür alanlarında gazete ve dergide, ansiklopedik yayın organlarında yazmanız sizin büyük birikiminiz olmuş. Bugüne kadar yayınlanmış hangi makalenizi, yeniden okuduğunuzda heyecanlandırıyor sizi..
Yücel:. Ayasofya’nın müze oluşuyla ilgili belgeler konulu TÜRK Dünyası Araştırmaları Dergisi’ndeki makalem beni her zaman heyecanlandırıyor. Benzer makalem Ayasofya restorasyonları konulu idi, Fransa’da Anatolıa Antiqua Instttut Françaıs D'Etudes Anatolıennes D' İstanbul adlı bir dergide yayınlanmıştı.
Çulhaoğlu :Son olarak İstanbul mu, Datça mı yazarlık yaşamınızda sizi verimli yaptı. Başka şehirlere gittiğinizde ilk özlediğiniz, hemen döneyim dediğiniz şehir, başka söylemek istedikleriniz.
Yücel: Çok kişi gibi 65 yaş haddinden çalışma hayatından emekli oldum. Sonra, Datça’ya taşındım, kitap ve makalelerimin çoğunu Datça’da yazdım. Son olarak bir şey ilave etmek istiyorum. Tercüman gazetesinde 1969 yılında başlayan gazetecilik ve yazarlık yaşamımda çok gazete değiştirdim, hiç birinden de kovulmadım.
Çok Teşekkür ediyorum.
Okunma Sayısı: 443
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.