AH BU ŞARKILARIN….
09 Ekim 2024, Çarşamba 22:49*Dostluğu, arkadaşlığı, sevdayı orada buluruz…
*Bazen çok acıklı öyküler barındırır içinde…
…O akşam iki dostuyla birlikte “Ehl-i aşkın neşvegah-ı kuşe-i meyhanedir” devamında, “Bilsen ne bela geçti şu biçare serimden”daha sonra “Mani oluyor halimi takrire hicabım…” gibi çok içli , kendine ait besteleri peşi peşine sıralamıştı. Ama ona yetmemişti.
Gece sona ermeye başlamıştı. Meyhanede birkaç müşteri kalmıştı. Onlar da gitmeye hazırlanıyorlardı. Garsonlar, masaları, sandalyeleri düzeltmeye başlamışlardı bile.
Onu hiçbir zaman yalnız bırakmayan iki dostu tam gitmeye hazırlanırken, o yorgun ve bitkin haline bakmadan, kemana uzandı.
Sanki saatlerdir çalan, söyleyen o değilmiş gibi, kemanı omzuna yerleştirip, hafifçe kemana başına eğerek; dudaklarında acı bir tebessüm, o ana değin hiç duyulmamış, artık hepimizin bildiği ünlü uşşak şarkıya giriş yapmaya başlamıştı bile…
“Gam-zedeyim deva bulmam/Garibim bir yuva kurmam/Kaderimdir hep çektiren/İnlerim hiç reha bulmam,
Elem beni terk etmiyor/Hiç de fasıla vermiyor/Nihayetsiz bu takibe/Doğrusu takat yetmiyor
Ehl-i dilin yoktur kaderi/ Uğraşma gel Tatyos gayri/ Eserin çok , kıymetin yok/Git talihine küs bari…
(Küçük Bir not: Bu şarkıyı 1970 li yıllarda yeniden gündeme getiren ve dillere düşüren Barış Manço’dur. O’nu anmış olalım. Barış Manço, sadece iki kıtasını söyler. Biz de öyle biliriz. Ben tamamını buraya almayı uygun gördüm.)
Devam edelim;
Kemanı omzundan indirdiğinde, hiç kimsenin tek kelime edecek hali yoktu. Dostları hıçkıra hıçkıra ağlıyor, meyhanede kalanlar da, gözyaşlarını birbirlerinden saklayarak siliyorlardı.
Birkaç hafta içinde İstanbul’un her yanında hanendeler(okuyucular), sazendeler(çalgıcılar) artık önce bu parçayı okuyor ve çalıyorlardı.
Sanatçımızın hayatını aşağıda anlatacağım; ancak, ben buradan devam etmek istiyorum.
Öldüğünde, naaşı Kadıköy’de bir kilisenin salonuna getirildiğinde iki elin parmaklarını geçmeyen bir kitle vardı! Bu duruma, hiçbir zaman yanından ayrılmayan, kadim dostu Ahmet Rasim çok öfkelenecekti. “Daha dün, Galata’da, Beyoğlu’nda onu dinlemek için yüzlerce kişinin akın ettiği salonlardakiler nerede? Diye sormadan geçemiyordu. Bu ne vefasızlık diyordu…
Yeri gelmişken, değinelim, Ahmet Rasim, Tatyos ile her gece sabahlayan biridir. Karısı buna çok üzülür. Söylentiye göre, “Ahmet Rasim bey, artık bu kadar geç kalma, ben de tahammül kalmadı” deyince, şunu yazar…”Bu akşam gün batarken gel/Tahammül kalmadı ben de/ Aman geç kalma erken gel”…(Beste Tatyos Efendi’ye aittir)
Cenazesinde üç bacısı, dul eşi, Ahmet Rasim, çok büyük dostu Vasilaki, yıllardır birlikte çalıştığı sazendeler ve kilisenin uzak bir köşesinde ağlayan bir KADIN uğurluyordu.
Bu şarkının hikayesini, ölmeden az önce Ahmet Rasim’e Vasilaki anlatacaktı:
“..Ortaköy’den bir çocukluk aşkı vardı. Aynı uyruktan. Ne olduysa artık, ailesi birden Ermenistan(Erivan)a göç etti. Sevgilisi de birlikte. Tatyos buna çok üzüldü. İçine kapandı.”
Ahmet Rasim, Tatyos’un kilisede yapılan cenaze töreninin sonunda oturduğu yerden kalkarken, kilise sırasına bırakılmış bir zarfı fark ediyor. Zarfın üzerinde ”Tatyos ile birlikte defnedilecektir. Yazıyordu.
Zarfı, otuz yıl önceki çocukluk aşkı olan kadın, Ahmet Rasim’e fark ettirmeden onun yanındaki sıraya koymuştu. Ahmet Rasim, zarfı alıp usulca ceketinin cebine koyar. Zarfın yanına bir rastlantıyla konulmadığını düşünür ki öyledir. Bunu düşünerek, zarfın içindeki okumak, Tatyos’a yapılacak görevlerden biri olduğunu düşünerek, zarfı açar ve okumaya başlar.
Ahmet Rasim tarafından görülen ve yarım saat sonra Tatyos’un naaşı ile birlikte toprağa verilen zarfın içindeki kağıt da şunlar yazılıdır:
“Gam-zedesin devan benim/ Garip kuşsun yuvan benim/ Çektiğimiz yeter gayri/Kaderimsin inan benim.
Takat yetişmez eleme/Bülbül imrenir çileme/Bizim şu kara sevdamız/ Kalsın öteki aleme
Elbet kadrini bilirim/ İste canımı veririm/ Küsme talihine Tatyos/Çok durmam ben de gelirim….”
Benim bildiğim kadarıyla, bu sözler bugüne kadar bestelenmemiş. Neden, anlamış değilim.
Her şeyin kolayca tüketildiği, herkesin birbirine yerli yersiz “AŞKIM!” diye hitap ettiği. Ama kimsenin aşkın anlamını bilmediği günlerden geçiyoruz.
Ben aşk yerine”sevgi”, “sevda “ demekten yanayım. Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Elif ile Mahmut aşık değillerdi, bana göre sevgili, sevdalılardı…Tıpkı yukarıda anlattığım Tatyos’un sevdası gibi…
Çünkü; sevgi hayal üretir, şarkı üretir, şiir üretir, türkü üretir….
Sevgi, sevda bir çocukluk sevincidir. Sevgi kalmayınca yine bir başka şaire, bilgeye sığınırız . Sevda üzerine…
“Sevgi öyle bir denizdir ki/Ne kenarı vardır, ne de ucu bucağı” demiş MEVLANA
Yunus daha da ileri gitmiş,
“Sevelim, sevilelim kam(zevk) alalım dünyadan “ YUNUS EMRE
TATYOS EFENDİ KİMDİR?
Kemani Tatyos efendi, gerçek adı Tateos Enserciyan’dır. Babası Monakyan, Ortaköy Ermeni Kilisesi musikişinaslarındandır. 1858 yılında İstanbul’da doğdu. 16 mart 1913 yılında vefat etti. Türk müziğinde bestekar, güftekar olarak 50’ye yakın eser bırakmıştır. Ömrü yokluk içerisinde geçen, Tatyos öldüğünde, kilise defterine “Tatyos 1913 Çalgıcı “ olarak kaydı yapılan keman virtüözü…
Dostları arasında ve birlikte icra yaptıkları Şevki bey, Civan ve Andon kardeşler, Tanburi Cemil Bey…gibi ünlü müzisyenlerdir.
Tatyos çok konuşkan biri değilmiş. Yani içe kapanık bir hali varmış. Önceleri düğünlerden kıt kanaat geçinirmiş. Daha sonra Galata’daki Pirinççi Gazinosu’ndaki söylediği eserleriyle tanınmış. İstanbul’un dört bir yanındaki fasıl heyetlerinde Tatyos Efendi’nin eserleri çalınır olmuş.
Tatyos Efendi’nin ölümüne kadar çok iyi iki dostu vardır. Kemençeci Vasilaki ve Ahmet Rasim….
Okunma Sayısı: 179
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.